Nereden başlamalı
diye birkaç haftadır düşünüyorum. Günlerce yeni bir isim aradım eski bloğum
için. Buldum mu? Bulamadım. Gerek var mı? Belki de yok. Günlerce dizaynı
üzerinde çalıştım. Evet biraz şekil şemal takıntılı olduğum doğru. Bir türlü
Blogger'ın sunduğu seçenekleri beğenmedim. Sonuç düz beyaz zemin üzerine siyah karakterler.
Bir özelliği yok belki ama en azından kullanımı kolay. Ve son olarak günlerce
kullandığım İngilizce klavyeyi değiştirmek için çözümler aradım. Acaba Türkiye'den
mi getirtmeliydim, yoksa mevcut klavyenin üzerine küçük kağıtlarla Türkçe
karakterleri mi yapıştırmalıydım. Ben tüm bunları düşüne durayım, bir kere
niyet ettim ya bloğa başlamaya, aklımda yazmak istediğim konular birikti de
birikti. Sonunda bugün aldım kağıt kalemi elime, yok yok bilgisayar yerine kağıda
yazmaya karar vermedim, kaptım bir de makas, başladım klavye üzerine Türkçe
karakterleri yapıştırmaya. Ve işte artık başladım yazmaya. İnsanlık için küçük,
16 aylık bebekli bir anne için büyük bir adım diyebiliriz.
En son ne
yazmışım diye şöyle bir baktım. En son hamileliğimin üçüncü ayında gittiğim
Sydney gezimden bahsetmişim ve o dönem ziyaretimize Yeni Zelanda'ya gelen
biricik dostumuz Eda'nın otobüs macerasını bir sonraki blogda anlatacağımı
söylemişim. Aradan iki yıl geçmiş olmasına rağmen sözümü tutmaya ve bu macerayı
sizlerle paylaşmaya karar verdim.
Eda'nın Yeni
Zelanda ziyareti önceden belirlenmişti ve bu seyahati iple çekiyorduk. Sonra
işler bir türlü istediğimiz gibi gitmedi. Plan yapamadık doğru düzgün. O sırada
ben hamile kaldım, Yeni Zelanda vizesi çok gecikti, bizim aynı dönem Sydney'e
gitme ihtimalimiz doğdu, Eda da Sydney'e gelmeye karar verdi vs... derken
Avustralya planı tamamdı ama Yeni Zelanda üzerine pek konuşmamıştık. Biz Sydney
sonrası eve döndük, Eda Avustralya'da gezmeye devam etti. Yeni Zelanda'ya
gelmesine birkaç gün kala ise Auckland'dan yaşadığımız şehir olan Palmerston
North'a nasıl geleceği üzerine konuşmaya başladık. Uçak biletleri son anda çok
pahalı olduğu için otobüsle gelmeye karar verdi. İstanbul İzmir gibi bir mesafe
düşünebilirsiniz. Birkaç tane otobüs firması bulduk internetten. Biz Yeni
Zelanda'da hiç otobüsle seyahat etmediğimiz için hiç bir fikrimiz yoktu bu tarz
bir yolculukla ilgili ama en nihayetinde gelişmiş ülke, nasıl olabilirdi ki?
İki popüler otobüs firması varmış; Intercity ve Nakedbus (büyük ihtimalle sade
otobüs gibi bir anlamı var ama ben çıplak otobüs olarak düşünüyorum
çevirisini). Saati daha uygun olduğu için Nakedbus'ı tercih etti. Tam uygun saatte
olan otobüsün bir de yataklı olduğu yazıyordu. Vay be dedik, ne güzel yata yata
gelirsin. Bir süre yazıştıktan sonra otobüs biletini aldı ve üzerine bir daha
konuşmadık. Taa ki bizi Auckland havaalanından arayıp, otobüs buradan
geçmiyormuş, Manukau diye bir yere gitmem gerekiyormuş diyene kadar. Biz o gün
bir arkadaşlardayız. Manukau neresi bilmeyiz. Akşamın bir vakti, Yeni Zelanda'ya
ayak basar basmaz yaşadığı ve yaşadığımız stresi düşünün. Oraya nasıl gidecek,
otobüs nereden kalkar, zaman kısıtı var, kaç dakikada gider, Yeni Zelanda
doları alacak daha vs vs...Bir bir tüm sorunların üstesinden geldi ve Manuka'u
ya giden otobüse bindi. Tek sorun otobüs zamanına çok yakın bir zamanda orada
olacak olmasıydı. Yani hala otobüsü kaçırma riski vardı. Neyse ki zamanında gitti
ve beklemeye başladı. Önce yanlış yerde indiğini düşündük, çünkü etrafta ne bir
yazıhane ne de bekleyen başka insanlar vardı. Hatta anlattığına göre, etrafta
açık herhangi bir cafe, dükkan vs olmadığı gibi, in cin top oynuyordu. Sonra
gelebilecek daha da korkunç şey geldi başına. Beklediği yere bir sarhoş, belki
de evsiz geldi ve Eda ile konuşmaya başladı. Eda tedirgin tedirgin durumu
telefonda anlattığı sırada sarhoşun sesini duyabiliyordum. Ne kadar yakına
yaklaştıysa artık. Uzaklaş, birilerini bul diyoruz ya da taksiye bin ama
etrafta ne bir insan ne bir taksi. Ha söylemeyi unuttum günlerden Pazar ve saat
gece 10. Eda ne yapacağını bilmez haldeyken, tam havaalanına geri dönmeyi
düşünürken, yanına aynı otobüse bineceklerini öğrendiği bir erkek iki kızdan
oluşan bir grup geldi ve hepimiz rahat bir nefes aldık. Rahat bir nefes aldık
ya, saatler ilerliyor ama ortada otobüs yok. Bu anlattığım olayın üzerine belki
daha birkaç saat beklediler. Saat gece yarısına geliyordu ki otobüs geldi. Tam
yine rahat bir nefes aldık ki, Eda'dan mesaj gelmeye devam ediyor. Bu bizim
yataklı diye sevindiğimiz otobüs garip bir şeymiş. Evet gerçekten yataklı ama
normal otobüsleri düşünün koltuklu olanları. İşte o koltuk kadar alanın yataklı
olduğunu düşünün. İki kişi yatınca omuz omuza değiyor. Rahat etmek için iki
kişilik almak gerekliymiş. Bir de numara yok, otobüse giriyorsun, boş yer yok,
illa birinin yanına yatacaksın ama kimin. Eda da ne yapsın, tombik bir kızın
yanına geçiyor. Kız bir de koridor tarafını kapmış ama telefonunun şarjı pencere
tarafına uzanıyor. Eda saatlerce pencere tarafında sıkışık bir şekilde
üzerinden geçen kabloyu çok oynatmamaya çalışarak geldi altı saat yolu.
Tüm detayları hatırlamıyorum ama aklımda
kalan şarj kablosuna her değdiğinde kızın Eda'yı uyardığıydı. Tabii içerideki
ayak kokusundan bahsetmiyorum bile. Sabah beş buçuktu
otobüsü vardığında. Onu nasıl kucakladığımı size anlatamam. Bu da hayatımıza
kazınan bir anıydı. Hem bu anıyı paylaşmak istedim sizlerle hem de Yeni
Zelanda'ya gelip de otobüs kullanacaklar için bir not olarak dursun istedim.
İki yıl sonra
sözümü yerine getirmiş olmanın huzuru ve bloğa başlamış olmamın mutluluğu ile
uyuyabilirim artık.
Sevgiler...
yeni yazılarını bekliyoruz :) seyahatlerimde maalesef pek plan yapamam. bir keresinde Münih aktarmalı Milano'ya gidiyorum. Milano'dan dan başka bir yere gideceğim ama orası neresi hiç haritayı açıp bakmamışım. sadece Kuzey İtalya'da bir yer ve ben de ezbere Milano'ya uçuş almışım. Münih'de aktarmada beklerken sıkıntıdan havayolu dergilerini kurcalarken nereye gideceğime haritadan bakmak aklıma geldi ve fark ettim ki ben Kuzey İtalya'nın batısına uçarken gitmem gereken yer Kuzey İtalya'nın doğusu ve ben Milano'ya geceyarısı varıyorum. O saatten sonra tek planım tren garında uyuyabileceğim boş bir bank bulmaktı ama aylardan da Kasım...neyse bir şekilde vardım gitmem gereken yere hem de çok rahat vardım ama hala aynı plansızlık devam ediyor:) işin ayrı bir heyecanı oluyor böyle diyeyim bari :p
ReplyDeleteUmarım devam ederim Seko'cum :) Plansızlık kulağa hoş geliyor ama sanırım pek yapamayacağım birşey 😬😬😬
Delete