Tuesday 4 October 2016

Uzun bir aradan sonra tekrar merhaba

Nereden başlamalı diye birkaç haftadır düşünüyorum. Günlerce yeni bir isim aradım eski bloğum için. Buldum mu? Bulamadım. Gerek var mı? Belki de yok. Günlerce dizaynı üzerinde çalıştım. Evet biraz şekil şemal takıntılı olduğum doğru. Bir türlü Blogger'ın sunduğu seçenekleri beğenmedim. Sonuç düz beyaz zemin üzerine siyah karakterler. Bir özelliği yok belki ama en azından kullanımı kolay. Ve son olarak günlerce kullandığım İngilizce klavyeyi değiştirmek için çözümler aradım. Acaba Türkiye'den mi getirtmeliydim, yoksa mevcut klavyenin üzerine küçük kağıtlarla Türkçe karakterleri mi yapıştırmalıydım. Ben tüm bunları düşüne durayım, bir kere niyet ettim ya bloğa başlamaya, aklımda yazmak istediğim konular birikti de birikti. Sonunda bugün aldım kağıt kalemi elime, yok yok bilgisayar yerine kağıda yazmaya karar vermedim, kaptım bir de makas, başladım klavye üzerine Türkçe karakterleri yapıştırmaya. Ve işte artık başladım yazmaya. İnsanlık için küçük, 16 aylık bebekli bir anne için büyük bir adım diyebiliriz.

En son ne yazmışım diye şöyle bir baktım. En son hamileliğimin üçüncü ayında gittiğim Sydney gezimden bahsetmişim ve o dönem ziyaretimize Yeni Zelanda'ya gelen biricik dostumuz Eda'nın otobüs macerasını bir sonraki blogda anlatacağımı söylemişim. Aradan iki yıl geçmiş olmasına rağmen sözümü tutmaya ve bu macerayı sizlerle paylaşmaya karar verdim.

Eda'nın Yeni Zelanda ziyareti önceden belirlenmişti ve bu seyahati iple çekiyorduk. Sonra işler bir türlü istediğimiz gibi gitmedi. Plan yapamadık doğru düzgün. O sırada ben hamile kaldım, Yeni Zelanda vizesi çok gecikti, bizim aynı dönem Sydney'e gitme ihtimalimiz doğdu, Eda da Sydney'e gelmeye karar verdi vs... derken Avustralya planı tamamdı ama Yeni Zelanda üzerine pek konuşmamıştık. Biz Sydney sonrası eve döndük, Eda Avustralya'da gezmeye devam etti. Yeni Zelanda'ya gelmesine birkaç gün kala ise Auckland'dan yaşadığımız şehir olan Palmerston North'a nasıl geleceği üzerine konuşmaya başladık. Uçak biletleri son anda çok pahalı olduğu için otobüsle gelmeye karar verdi. İstanbul İzmir gibi bir mesafe düşünebilirsiniz. Birkaç tane otobüs firması bulduk internetten. Biz Yeni Zelanda'da hiç otobüsle seyahat etmediğimiz için hiç bir fikrimiz yoktu bu tarz bir yolculukla ilgili ama en nihayetinde gelişmiş ülke, nasıl olabilirdi ki? İki popüler otobüs firması varmış; Intercity ve Nakedbus (büyük ihtimalle sade otobüs gibi bir anlamı var ama ben çıplak otobüs olarak düşünüyorum çevirisini). Saati daha uygun olduğu için Nakedbus'ı tercih etti. Tam uygun saatte olan otobüsün bir de yataklı olduğu yazıyordu. Vay be dedik, ne güzel yata yata gelirsin. Bir süre yazıştıktan sonra otobüs biletini aldı ve üzerine bir daha konuşmadık. Taa ki bizi Auckland havaalanından arayıp, otobüs buradan geçmiyormuş, Manukau diye bir yere gitmem gerekiyormuş diyene kadar. Biz o gün bir arkadaşlardayız. Manukau neresi bilmeyiz. Akşamın bir vakti, Yeni Zelanda'ya ayak basar basmaz yaşadığı ve yaşadığımız stresi düşünün. Oraya nasıl gidecek, otobüs nereden kalkar, zaman kısıtı var, kaç dakikada gider, Yeni Zelanda doları alacak daha vs vs...Bir bir tüm sorunların üstesinden geldi ve Manuka'u ya giden otobüse bindi. Tek sorun otobüs zamanına çok yakın bir zamanda orada olacak olmasıydı. Yani hala otobüsü kaçırma riski vardı. Neyse ki zamanında gitti ve beklemeye başladı. Önce yanlış yerde indiğini düşündük, çünkü etrafta ne bir yazıhane ne de bekleyen başka insanlar vardı. Hatta anlattığına göre, etrafta açık herhangi bir cafe, dükkan vs olmadığı gibi, in cin top oynuyordu. Sonra gelebilecek daha da korkunç şey geldi başına. Beklediği yere bir sarhoş, belki de evsiz geldi ve Eda ile konuşmaya başladı. Eda tedirgin tedirgin durumu telefonda anlattığı sırada sarhoşun sesini duyabiliyordum. Ne kadar yakına yaklaştıysa artık. Uzaklaş, birilerini bul diyoruz ya da taksiye bin ama etrafta ne bir insan ne bir taksi. Ha söylemeyi unuttum günlerden Pazar ve saat gece 10. Eda ne yapacağını bilmez haldeyken, tam havaalanına geri dönmeyi düşünürken, yanına aynı otobüse bineceklerini öğrendiği bir erkek iki kızdan oluşan bir grup geldi ve hepimiz rahat bir nefes aldık. Rahat bir nefes aldık ya, saatler ilerliyor ama ortada otobüs yok. Bu anlattığım olayın üzerine belki daha birkaç saat beklediler. Saat gece yarısına geliyordu ki otobüs geldi. Tam yine rahat bir nefes aldık ki, Eda'dan mesaj gelmeye devam ediyor. Bu bizim yataklı diye sevindiğimiz otobüs garip bir şeymiş. Evet gerçekten yataklı ama normal otobüsleri düşünün koltuklu olanları. İşte o koltuk kadar alanın yataklı olduğunu düşünün. İki kişi yatınca omuz omuza değiyor. Rahat etmek için iki kişilik almak gerekliymiş. Bir de numara yok, otobüse giriyorsun, boş yer yok, illa birinin yanına yatacaksın ama kimin. Eda da ne yapsın, tombik bir kızın yanına geçiyor. Kız bir de koridor tarafını kapmış ama telefonunun şarjı pencere tarafına uzanıyor. Eda saatlerce pencere tarafında sıkışık bir şekilde üzerinden geçen kabloyu çok oynatmamaya çalışarak geldi altı saat yolu. Tüm  detayları hatırlamıyorum ama aklımda kalan şarj kablosuna her değdiğinde kızın Eda'yı uyardığıydı. Tabii içerideki ayak kokusundan bahsetmiyorum bile. Sabah beş buçuktu otobüsü vardığında. Onu nasıl kucakladığımı size anlatamam. Bu da hayatımıza kazınan bir anıydı. Hem bu anıyı paylaşmak istedim sizlerle hem de Yeni Zelanda'ya gelip de otobüs kullanacaklar için bir not olarak dursun istedim.

İki yıl sonra sözümü yerine getirmiş olmanın huzuru ve bloğa başlamış olmamın mutluluğu ile uyuyabilirim artık.

Sevgiler...





2 comments:

  1. yeni yazılarını bekliyoruz :) seyahatlerimde maalesef pek plan yapamam. bir keresinde Münih aktarmalı Milano'ya gidiyorum. Milano'dan dan başka bir yere gideceğim ama orası neresi hiç haritayı açıp bakmamışım. sadece Kuzey İtalya'da bir yer ve ben de ezbere Milano'ya uçuş almışım. Münih'de aktarmada beklerken sıkıntıdan havayolu dergilerini kurcalarken nereye gideceğime haritadan bakmak aklıma geldi ve fark ettim ki ben Kuzey İtalya'nın batısına uçarken gitmem gereken yer Kuzey İtalya'nın doğusu ve ben Milano'ya geceyarısı varıyorum. O saatten sonra tek planım tren garında uyuyabileceğim boş bir bank bulmaktı ama aylardan da Kasım...neyse bir şekilde vardım gitmem gereken yere hem de çok rahat vardım ama hala aynı plansızlık devam ediyor:) işin ayrı bir heyecanı oluyor böyle diyeyim bari :p

    ReplyDelete
    Replies
    1. Umarım devam ederim Seko'cum :) Plansızlık kulağa hoş geliyor ama sanırım pek yapamayacağım birşey 😬😬😬

      Delete