Wednesday 1 October 2014

Haftasonu Kacamagi

Temmuz'da Turkiye'den dondukten sonra kis boyu yapmayi planladigim tek aktivite kayak yapmakti. Iki farkli arkadas grubu ile surekli uzerine konusup durduk. Ha bu hafta ha obur hafta derken bir turlu zamanlar birbirine uymadi. Bi hafta gidiyoruz dendi, bu sefer de kalacak yer bulunamadi. Ben de kar tatilinden umudumu kesip, ani bir kararla o haftasonu icin bir gecelik yakin bir yere kacmayi planladim. Uc hafta once Carsamba gunuydu, yine ofisten ders calismak uzere eve erken gelmistim. Kafam da haftasonu kesin birseyler yapmali ve sehir disina cikmaliyiz dusunceleri donup durdugu icin bir turlu derse konsantre olamiyordum. Hemen "lonely planet"den, bize bir saatlik mesafedeki Wanganui adli sehir ile ilgili sayfayi acip, "top choice" yani en iyi opsiyon olarak belirtilen yerden rezervasyon yaptirdim. Soyle bir fotograflara kisaca bakinca, gerek dekorasyon gerek sunduklari hizmet olarak tek gecelik kacamagimizi keyifli hale getirecek herseye sahip gozukuyordu hotel. 
Esyalarimizi Persembe gecesinden hazirladik ve Cuma gunu is cikisi hemen Wanganui'ye dogru yol ciktik. Keyfimiz pek yerindeydi. Uzun sure olmustu, kendimizi yollara atmayali. Kucucuk sehrimize resmen hapsetmistik kendimizi. Epitopu bir saat mesafedeki bir yere gidiyorduk, ama sanki uzun bir yolculuga cikarcasina keyifliydik. Gittigimiz yerle ilgili genel kani ise orada yapilacak bir sey olmamasiydi. Bunu diyenlere nacizane cevabim "Ne kadar sikici olabilir ki, en azindan nehir ve deniz var." oluyordu. Hakliydim da, daha sehire girer girmez, havanin kararmis olmasi ve nehir boyunca yapilan isiklandirma beni sehre hayran birakmaya yetmisti. Once nehir boyu ilerleyip, sehir disinda olan otelimize dogru yol aldik. Sehirdisi diyorsam da, sehir merkezine bes km uzaklikta :) Otelin girisi pek guzeldi, resepsiyonda Maori otel sahibi amca bizi karsiladi. Sehir ile ilgili uzun uzadiya ve yavas yavas konusarak bizi bilgilendirdi. Amca diyorum ama benim de yasimi basimi almis oldugum dusunuldugunde belki de abi demeliyim. Maori abimin verdigi bilgileri biraz bana abartili gelmisti, mesela demisti ki buranin iklimi genelde aynidir; yaz ya da kis, gece ya da gunduz cok degismez. O nedenle simdi ismini hatirlayamadigim bir kac meyve/bitki icin cok elevrisli, vs.. Palmerston'dan sadece bir saat uzaklastigimizi ve kuzey adada bircok yerde bulundugumuzu dusundugumde gercekten de hic inandirici gelmemisti ama dogruymus. Hem bir kisiden daha duyduk hem de yasadik. Gece hava bahar gibiydi, ayni sekilde gunduz de oyleydi. Ayagimdaki botlar ayagimi yaktigi icin, bir sonraki gun kendime babet almak zorunda bile kaldim. Iki gun boyunca iliman havanin tadini cikardik. Maori abinin ruhu sanirim icime kacti, daha otelin resepsiyon kismini gecemedim bu yazimda. Hotel dedim, degil mi? Odaya gidince ve odada banyo goremeyince hotel degilde hoStel oldugunu anladim. Evet tam bir "top choice" hoStel. Aslinda aliskiniz hoStellerde kalmaya ama bu tek gece icin, hayalimde cok guzel bir odada kalip, haftanin yorgunlugu ilik bir dus ile uzerimden atip, otel konforunda misil misil uyumak vardi. Yatagin su yatagi gibi oldugu ve oda icinde baska oturacak yer olmadigi dusunuldugunde odada cok da zaman geciremeyecegimizi anladik ve kendimizi guzel bir yemek icin sehir merkezine attik. Sehir merkezi nehirin obur tarafindaydi, kopruden gecip, cap canli ana cadde uzerinde ilk buldugumuz yere arabayi park ettik. Araba ile gecerken gordugum karsi kosedeki bir restorantta kalmisti aklim. Icerisi dopdolu, dekor harika, ve ortada sominemsi birsey yaniyor. Baska opsiyonlara bakmadan resmen kendimizi romantik bir aksam yemegi icin iceri attik. Once bizi iki kisilik kapiya yakin bir masaya oturttular. Ilk saraplarimizi soylemistik ki kapidan gelen soguk beni rahatsiz etti ve kalabaligin ortasinda, atese yakin yerde konumlanmis alti kisilik masaya gozumu diktim. O masaya gecmeyi istesek mi istemesek mi derken dayanamadik ve sorduk, sagolsun bizi kirmadilar ve yerimizi degistirdiler. Guzel sicacik bir ortamda saraplarimizi yudumlayip, guzel yemegimizi yedik. Oyle bir yedik ki, yemek sonrasi ilik bir gecede ana cadde boyunca yurumek ikimize de iyi geldi. Iklimin iliman olmasinin diger bir gostergesi de cafe ve barlarin disariya koyduklari masa ve sandalyelerdi. Mekanlarin, insanlarin canliligi icimize bir enerji getirdi, gecelere akasimiz geldi. Yemek yedigimiz yerin karsisinda canli muzik vardi ve insanlar yemeklerini biritip canli rock muzik dinlemeye oraya gidiyordu. Yuruyus sonrasi cantalari arabaya birakip, eglenmek uzere biz de oraya gittik ama daha bes dakika icerideki sicaga dayanamadan kendimi disari attim. Ayagima kistan aliskalik merino coraplarimi ve cizmelerimi giymistim. Zaten yuruyus boyu kizan ayaklarim, artik terden siril siklam olmustu. Neyse ki bara giris parasini daha odememistik ki kendimizi iceride kalma zorunlulugunda hissetmedik. Otele gitmeden once okyanusa ulasma cabasi ile kucuk bir sehir turu attik ama simdi hatirlayamadigim bir sebepten cep telefonu navigasyonunu kullanmadik ve okyanusa ulasamadan otele geri donduk. Otele dondugumuz de hala birseyler yapasimiz vardi, web sitesinde bahsi gecen sicak su havuzu (kucuk bir spa) saat dokuzda kapandigi icin yapilabilecek diger atraksiyon bilardo oynamakti. Siyah topu ucuncu turda delige sokmayi basarinca ben, Ozii oyunu kazanmis oldu ve cekildi, ben ise masada duran diger toplari deliklere gondermek uzere antreman yaptim. Bilardo aksiyonu da bitince, odamiza, su yatagi oynakligindaki yatagimiza geri donduk.

Guzel bir cumartesi sabahina uyandik, hava biraz bulutluydu ama hala cok ilikti. Kahvalti icin nehir kenarina kurulu "River Market"a gittik. Cicili bicili standlardan olusan, bircok farkli etnik kokenden insanin doldurdugu sevimli bir marketti. Once soyle bir dolandiktan sonra tam birseyler almaya niyetlenmistik ki nakit paramizin olmadigini fark ettik. Dun geceki ana cadde boyunca yuruyup para cektik. Markete doner donmez once odun firininda yapilan pizzalardan birer dilim aldik. Cimlerde nehre karsi oturarak hem pizzalarimizi yedik hem de cevreyi izledik. Sonra tekrar turladik, bu seferde yumurtali, salamli krep yedik ve taze sikilmis meyve sularimizi yudumladik. Karnimiz iyice doymustu ki arabaya atladik ve dogru okyanusun kizgin dalgalari ile kucaklasmaya gittik. Yanlis anlasilmasin, amacimiz yuzmek degildi. Yeni Zelanda'da kizgin dalgalara yaklasmak, doganin ne kadar urkutucu olabilecegini hissetmek bile bize heyecan veriyor. Kizgin dalgalari izleyenin tek biz olacagimizi dusunuyordum ama dalgalarla kiyida oynayan coluklu cocuklu aileler de vardi. Terliklerimiz ve uygun kiyafetimiz olsaydi, onsekiz-yirmi dereceyi bulan ilik hava da biz de ayaklarimi sokabilirdik. Okyanus havasini cigerlerimize iyice doldurup, sehir merkezine donduk ve kahve molasi verdik. Arabayi kahve ictigimiz yerde birakip kopruden karsiya nehrin obur kiyisina yurumeye karar verdik. Nehirin karsisinda bir tepe vardi ve bir gece onceki araba ile sehir kesfimizden anladigimiz kadari ile , tepeye cikan tarihi bir asansor vardi. Asansor ile ayni hizzada yukariya dogru cikan merdivenler de vardi. Asansore ulasmayi umarak merdivenleri cikmaya basladik. Once cikamayacagimi zannettim, cok dik ve cok basamakli bir merdivendi. Merdivenleri cikmayi basardigimda muthis bir manzara bizleri bekliyordu, Hemen tripodumu kurup, nehri arkamiza alarak fotograf cekildik. Tabii bunu yapmadan once bes dakika kalp atisimin normal seviyeye inmesini bekledigimizi de soylemeden gecemeyecegim. Ben manzaraya ve fotografa oyle kaptirmistim ki daha gidecek yolumuzun oldugunu tamamen unutmusum. Aslinda bir yandan da kafamiz karismisti. O kadar merdiven cikmis ama hala asansorun alt girisine ulasamasitik. bir o kadar daha ciksak zaten asansore ulasacaktik. Ne amaca hizmet ettigini sorgulaya sorgulaya tepeyi tirmanmaya devam ettik. Bu arada yagmur yagmaya basladi. Apar topar makinayi cantaya koyup tirmanmaya devam ettik. Sonunda asansore ulasmistik ki yagmur iyice hizlandi. Asansorun icine kafamizi uzattik ve bizi orada calisan teyze karsiladi. Asansorun olayini sorunca bize tam o tirmandigimiz merdivenlerin yaninda asansor girisine giden yol oldugunu soyledi. Kendimize soylene soylene asansorun oldugu tas yapinin uzerine tirmanan merdivenleri cikmaya basladik. Biz ciktikca yagmur iyice kendini hissettirmeye basladi. Makinayi cikaramadan muhtesem manzarayi beyinlerimize kaziyip tekrar asansorun oldugu kapali alana kendimizi attik. Calisan bayan bizi asagiya indirmek uzere tarihi asansorun kapisini acti ve  bizim arkamizdan bir cift daha iceri girdi. Asansorun ici uc dort metrekare oda buyuklugundeydi ve 1920'lerden kalma bir oda gibi dizayn edilmisti. Iceriye soluk zeytin yesili hakimdi. Ben bir yandan iceriyi inceliyor, bir yandan klostrofobik dusunceleren kurtulmaya calisiyordum, ki gelen cift asansor gorevlisi ile olasi bir deprem ile ilgili espri yapmaya basladilar. Asansorun tepenin icine insa edildigi ve tarihi oldugu dusunulunce, beni tam bir panik hali sariyordu ki zemine ulastik. Tam rahatladim derken, bizi disariya cikaracak tunelin uzunlugunu gorunce yine bir nefessiz kaldim. Hizli adimlarla ilerledim, cikisa yaklastigim anda da tunelin akustiginin tadina cikarmaya basladim. Tunelden ciktiktan sonra arabanin oldugu tarafa dogru kopru uzerinden gecerken bir anda gunes acti. Sevinerek bir sonraki duragimiz olan alisverimerkezine dogru yol aldik. Aksam mangal yaninda icecgimiz saraplari stoklayip, yola ciktik. Gunes paril parildi. Dayanamayip, asansorun bulundugu yere, bu sefer araba ile cikip, manzaranin ve fotograf cekmenin keyfini cikaralim dedik. Yukari ciktigimizda, asansorun yanindaki diger bir tarihi gozlem kulesinin kapisinin acik oldugunu fark ettik. Sanirim on katli bir apartman yuksekligindeydi. Biz daha besinci kati tirmaniyorduk ki, surpriz, yagmur basladi ve nasil olduysa sekizinci kata vardigimizda bardaktan bosalircasina yagmur baslamisti. Ben sanirim sekizici kata kadar cikabildim. Kulenin catisi tam kapali olmadigi icin sekizinci kata bile yagmur geliyordu. Ozii cikmayi denedi ama cok islandigi icin basaramadi. Biz de yagmur biraz dininceye kadar sekizinci kattaki nefis nehir manzarasinin ve sevgili olmanin tadini cikardik. Asagi indigimizde yagmur biraz dinmisti. Ikinci denememizde de yagmurun baslamasi inanilacak gibi degildi. Arabaya atlayip, dogru Ruapehu dagina dogru yola ciktik.
Saat dordu geciyordu ki kalacagimiz otele vardik ve Hatice'lerle bulustuk. Hemen bizden sonra diger aile Hamit abi ve esi Yuliya'da cocuklari ile beraber geldiler. Dag basinda, yol uzerinde, satilmakta olan bir otelin tek misafirleriydik. Yan yana uc odayi hazirlamislar bizim icin. Hemen mangal yakildi, sofra kuruldu, coluk cocuk karmasasi icinde yemekler yendi. Saat daha dokuz olmamisti ki, Hamit abi, ben ve Ozii disinda herkes odalarina cekilmisti.
Sabah da cok erken kalktik. Apartopar kahvalti yapip dogru, daga yakin Ohakune adli koye dogru yola ciktik. Ohakune'de kayak giysilerini ve takimlarini kiralayacagimiz yere vardik. Mekana varincaya kadar kayak ile ilgili hic bir fikrim yoktu. Meger o kayak ayakkabilari ne agir, o kayaklar ne kadar uzunmus. Kendimi o ayakkabilarla yurur ve o ince uzun seritlere hukmederken dusunemedim. Insanin kendini tanimasi guzel tabii, kayak yerine vardigimizda, gerceklerle yuzlestim. Bacaklarim daha kaymadan agrimis ve ayak kaslarim ve kayak bilmezligim sayesinde, kaymak yerine sadece dustum ve kalkmaya calistim. Butun gun olarak planladigimiz kayak aktivitemiz, kiralamaya verdigimiz onca paraya ragmen yarim saat icinde sonlandi. Saat daha on iki olmamisti ki biz donus yoluna gecmistik.

Iste haftasonundan kareler;

Kizgin Dalgalar


Standart bir Yeni Zelanda kumsali.



Asansore tirmandigimiz merdivenlerden manzara








Karsi tepede gozuken kirmizi yapi meshur tarihi Asansor. Arkasindaki kulede on katli binaya benzettigim yapi.


River Markettaki standlardan bir tanesi.

Fotograflar biraz sirasiz oldu ama yine manzara ve biz.


Tunel cikisina dogru eglendimiz anlar



Hava bir kapali bir acik



Kulenin sekizinci katindan manzara




Standart bir Yeni Zelanda yol manzarasi

Kuzulari secebiliyor musunuz? Yol boyu her yer boyle kuzu dolu. Ha bir de "Alpaca"lar var.


Hamit abi, Yuliya ve Dilara



Karli dagi gorunce sevinen ben - Mt Ruapehu


Sunday 31 August 2014

Harika bir haftasonunun ardindan

Harika, ışıl ışıl bir haftasonunun ardindan kendimi kış uykusundan uyanmış ve tekrar hayata dönmüş gibi hissediyorum.

Cuma aksam uzeriydi, Ozii'yi ariyor ulasamiyordum. Aksam birseyler yapmali ve Ozii'nin cok basarili gecen organizasyonunu kutlamaliydik. Saat besi biraz geciyordu ki Ozii kosarak ofise geldi, arabanin anahtarini aldi, havaalanina bir grup katilimciyi birakacagini soyledi ve gitti. Ben de madem konusmaya zaman yok ve saat artik altiya yaklasiyor, ikimiz adina aksam planini yaptim ve Ozii'yi mesaj ile bilgilendirdim, "Halikarnas'a gidiyoruz." Bir onceki gece de aslinda Ozii organizasyon katilimcilarini aksam yemegi icin ayni yere goturmustu ama Palmerston North'da soyle uzun oturup, guzel muhabbet edip, yemege doyup, rakimizi yudumlayacagimiz baska yer de yok ki. Dogru karar verdigime ikna olup, ofisteki cok yakin iki arkadasimi da yemege davet ettim. Toplamda sekiz kisi ve Halikarnas restorantin sahibi Hamit abi cok guzel bir gece gecirdik. Grubumuz tam multi kultureldi; biz Turkler, komsu Iranlilar, abla-kardes Koreliler ve esleri Ispanyol ve Tayvanli. Harika bir grup, herkes cok uyumlu ve degisik zevkleri, kulturleri tatmaya hevesli. Yemekler tadildi, raki ile cosuldu, espiriler havada ucustu ve uzun sureli arkadasliklarin temelleri atildi. Raki stogu tukenince ve kafalar yavastan guzellesince canli muzik esliginde dans etmek uzere Brewer's adli bara gectik. Hamile abla-Kore'li de dahil hepimiz dans ettik, yani en azindan muzik ritminde sallandik. Gerci en son Ozii'nin yine beni ucurdugunu hatirliyorum ya, sonrasi yok, sabah bas agrisi ile uyandim.

Cumartesi butun gun toparlanmakla gecti. Bir kac kez agri kesici aldim, bol bol yedim, ictim, yattim. Aksam ise yine cok keyifliydi. Once skype ile Ildiri'ya baglandik. Iki aile Ozii'lerin yazliginda toplanmis, keyifli keyifli kahvalti yapiyorlardi. Biz de kahvalti masalarina bayram misafi tadinda katilmis olduk."Daha daha nasilsiniz efendim." seklinde :) Iki aile ile de paylastigimiz gundemimiz farkli, iki aileyi de karsimizda gorunce hem mutlu oluyoruz, hem de ne konusacagimizi bilemiyoruz. Oradan kalktik, Evrim ve Gokay'in Berkeley'deki evlerine misafir olduk. Internet baglantisi elverdigince hasret giderdik. Ordan ciktik dogru Bostanli'ya Burcikle, Berkere. Ordan da bir kardes sesi duymak uzere Kadikoy sokaklarina. Gece uzundu anlayacaginiz.

Pazar sabahi sekizde Engin'imin sesiyle uyandim. Neymis macmiymis, basket mi, kim oyunuyo dedin? Yeni Zelanda, Turkiye mi? Ben kelimeleri birlestirinceye kadar telefonu kapatmis olduk. Kapattiktan sonra cumleler anlam kazandi. Yeni Zelanda ve Turkiye, 2014 Dunya Basketbol Sampiyonasinda ilk maclarini oynamislar. Turkiye kazanmis ve Engin de bu anlamli maci bana bildirmek uzere aramis. Canim kardesim benim. Gercekten burada hic birsey takip edemiyoruz. Isterdim maci seyretmeyi, ozellikle son ceyrek cok cekismeli gecmis. Gerci neden cekistiklerini anlamadim, Yeni Zelanda'da basket ligi bile yok. Maci izlesem duygusal karmasa yasayabilirdim herhalde. Kendimi ne kadar Turkiyeli hissediyorsam, artik bir o kadar da Yeni Zelandali hissediyorum. Ha ulke uzak oldugu icin yillarca burada yasayamayabilirim ama ileri de tasinsam bile sanirim bir yanim hep Yeni Zelandali kalacak. Burasi cok farkli, insani icine cekiyor ve bir bakmissin ki baglanmissin. Artik "All Blacks" de onemli benim icin "Tall Blacks" de. Milli maclarda Istiklal marsi calinmaya basladi mi nasil milli duygular kabariyorsa, Haka dansi ile yapilan acilislarda da o duygularim kabariyor. Insanin bir ulkeye aidiyet hissetmesi boyle birsey sanirsam. Bu duygulari dusunerek Pazar kahvaltimiza renk katacak tuzlu pancake'leri pisirdim, sonra da tavsan kani cay esliginde gunumuzu planladik. Caylar biter bitmez, dogru bana bisiklet almaya. Ozii kendi bisikletinin uzerinde, ben yaya olarak bisikletcinin yolunu tuttuk. O kadar heyecanliydim ki bisikletci de, ilk defa kendime kaliteli bir bisiklet alacaktim. Once satici teyze bir grup bisiklet gosterdi, ama benim boyuma uygun olan yokmus, yarin getirtiriz dedi, bir anda karalar bagladim. "Ama ama ben..., biz bugun... bu guzel havada... bisiklete binecektik..." derken o da ne, hayatim da gordugum en guzel bisiklet. Kadin ozellikleri anlatiyor ama ben dinlemiyorum bile. Bisikletin tutma yerlerindeki motiflerden gozumu alamiyorum. Disariya cikip soyle bir test surusu yaptim, iste budur dedim. Sonra kendime cicili bicili bir kask sectim ve parayi oder odemez, gunesli havanin tadini cikarmak uzere kendimizi nehir kiyisina attik. Ruzgar yuzume vurdukca, gunes icimi isittikca, kendimi yeniden dogmus gibi hissediyordum.  Ne kadar surduk bilmiyorum ama su an kendimi dayak yemis gibi hissediyorum. Bundan sonra artik ise de bisikletle gidecegim.

Havalarin duzelmesi ile hayat yine mi bir guzellesmeye basladi burada? Sevgiler...

Ekibi tanitma vakti - sol bastan; Ozii, Kambiz, Terry, Jordi, Nara, Teresa, Ben ve Neda 

Rakiya odaklanan merakli gozler

Teresa & Me



Biz bisikletimiz var diye seviniyoruz, milletin ati var :)
Gunun anlam ve onemi benim icin.

Saturday 19 July 2014

Yeni Zelanda'da ikici donemimiz basladi!

En son Rotorua'da yaptigimiz tatile yer verdigim blogu yazali uc aydan fazla olmus ve bu uc ayda neler neler olmus; Yeni Zelanda'da oturum hakki alinmis, bu sayede vatandasmis gibi her turlu haktan yararlanmaya baslanmis, bir yil resmi olarak doldurulmus, bu sayede ehliyetin gecerliligi dolmus, Turkiye'ye gidilmis- eglenilmis - ozlem giderilmis, yuksek lisansa kabul alinmis ve Turkiye'den donulmus, is hayatina, soguga tekrar alisilmaya calisilmis, bunlar da yetmezmis gibi dersler de daha ilk haftadan baslamis.

Mişli-mışlı gecen dopdolu ama hic yasanmamis gibi hissedilen bir donemin ardindan, sessiz sakin ama bir o kadar yogunlugu farkli Yeni Zelanda'daki ikinci donemimize basladik. Turkiye donusu oyle bir yalnizlik hissi cokmustu ki, jet-lag'in de etkisiyle bir hafta sanki pek de yasamiyor gibiydim. Yine sorgulamalar, nerdeyiz, yine niye donduk, acaba herseyi geri de birakip, gunesin ve guzel insanlarin ulkesi Turkiye'ye donsek mi? Gerceklige donebilmek icin, bir hafta sonunda aldim elime takvimi; biz ne yapiyorduk, ne yer ne icerdik, kimlerle gorusurduk dusunmeye ve cevabi buldukca takvimdeki gunleri doldurmaya basladim. Su an bakiyorum da kendimi oyle bir takvimi doldurmaya adamisim ki onumuzdeki uc hafta tamamen dolu. Neyse ki bu sayede uykusuz gecen ilk gecelerim ve gereksiz paniklemelerim sona ermis oldu.

Takvimdeki aktivitelerimden biri de bu gece gittigimiz alternatif bir tiyatro oyunuydu. Oyunun ismi "Affinity, yani iliski-benzerlik" ve oynandigi yer asagida sloganini goreceginiz "The Dark Room, yani karanlik oda". Geldigimizden beri gerek ismi ile gerek yazim karakterleriyle dikkatimi ceken bir yerdi. Oyununda tanitimini okuyunca o da dikkatimi cekti ve hemen o gece bilet aldim. Biletleri online aldigim icin oyun baslamadan 15-20 dakika once tiyatro yerine vardik. Ne bir araba, ne de kapida bekleyen insanlar. Siyah kapiyi aralayip iceri girdigimizde ise bos bir tezgahin altindan ziplayarak kalkan gorevli bizleri selamladi. Garipsemis gozlerle etrafa bakan ben, gorevliye ismimi ve neden geldigimizi zar zor soyleyebilmistim. Kiz onundeki tek satir yazili kagida bakti, o tek ismin benim ismim olduguna karar verdi ve oyunla ilgili kisa bilgi vermeye basladi. Ben ise kizin ne soyledigini dinlemeksizin, listedeki tek satirda yazili olan ismime takili kalmistim. Kiz sozunu bitirir bitirmez "Tek biz miyiz?" diye sordum ve kiz ne dese begenirsiniz, "Evet oyle!", ve sonra ekledi " Lutfen oturun, ekip hazir olunca sizi iceri alacaklar. Ozii ile usulca oturduk uc bes sandalyeden birine. Biz oturunca kiz da yine tezgah altinda kayboldu, meger sarj aleti fiste oldugu icin ve oturacak daha iyi bir yer olmadigi icin bagdas kurup yerde oturuyormus. Derken hemen yanimizdaki kirmizi perdenin arkasindan korkunc sesler gelmeye basladi. Herhalde korkma ihtimalimi gozetmis olacak ki Ozii hemen "ses aciyorlar" yorumunu yapti ve yine bir sessizlik. Korkunc sesler  devam ediyordu ki, dis kapi acildi, uzun boylu bir adam iceri girdi ve evet evet bilet aldi ama hayir bir grup icin degil sadece kendi icin. Tabii bu da biseydi, en azindan sirf biz olmayacaktik. Uzun boylu adam da uc bes sandalyeden birine oturdu. Cantasini acti, sonrasina bakmadim, ne cikarir ki insan, telefonunu cikarmis olmali ve tiyatro zamaninin gelmesini beklerken Facebook'una filan bakiyor olmali. Bu arada kirmizi perdenin ardindan tiyatronun yonetmeni oldugunu dusundumuz teyze cikiverdi ve sasirmis bir ifadeyle, " oyy, bu kadar miyiz, ee tabii bu da bir sey di mi, hic olmamasindansa" dedi ve uzun boylu amcanin yanina gitti. Cunku benim telefonunu cikarir dedigim amca, meger orgusunu cikarmis ve tig ile bere ormeye baslamis. Ben gozlerime inanamadim. Bir orgu o ellere o kadar mi yakismazö ama bir o kadar mi yakisir. Gozlerimi diktim bakmaya devam ettim, acaba beynim benimle oyun mu oynuyordu? Beynime giden mesaji anlamakta gucluk cektim; karsimdaki gerceklesen estetik ve olasi bir goruntu muydu, yoksa gercekten tiyatro bekleme alanindaki uzun boylu sakalli kirmizi yandan askili cantali adamin eline orgu ormek yakismiyor muydu? Ben kendimle bu konuyu tartisa dururken kapi bir kez daha acildi ve Cin'li oldugunu tahmin ettigim bir kiz iceri girdi ve tabii ki o da yalnizdi. Acaba beşleyebilir miyiz diye dusunurken bizi iceri aldilar. Bizim evın salonu genisliginde bir alanda iki metrekare bir alani yine uc bes sandalye ile cevirmisler ve sahne olmus. Dort kisi elektrikli isiticilarin onune dizildik ve oyun basladi. Oyuncularin performanslari gercekten iyiydi, konu da epey ilgincti. Yaklasik bir saat suren oyunu, odanin soguk olmasina ragmen sikilmadan izledik. Oyun sonrasi ise bizi kapidan ugurlayan sevimli yonetmen oldugunu dusundugumuz teyze oldu. Dunyanin bir ucunda, seksen bin kisilik sehirde, alternatif bir tiyatro izleme deneyimi de demek ki boyle oluyormus.

Bir daha ki sefere gorusmek uzere...



Sunday 27 April 2014

Rotorua'da 4 gun

"Easter" yani Paskalya tatilini Rotorua'da gecirdik. Bol bol dinlenmeyi umdugumuz tatilin her dakikasi dolu gecti. Ilk defa bir tatile plansiz basladik. Bir ay kala, bir pazar gecesi yatmadan once soyle bir otellere bakip, "hava serince olacak, isitmali havuzu varmis" deyip de otel rezervasyonu yaptirmak disinda tatile dair hic birsey yapmadik. Ne yenir, ne icilir, nasil bir yer hic bakmadik. Insanlarin sehir ile ilgili tek soyledikleri sey, sehrin kokusuna alisirsaniz, cok guzel bir sehir ve "heaps to do" yani yapilacak milyonlarca seyin olmasi. Kulaga hic de fena gelmiyordu. Son birkac gun kala is yerinden arkadasim Teresa'nin da ayni gun Auckland'a giderken bizim guzergahi izleyeceklerini ve Rotorua'da Luge dene bir olay yapacaklarini ogrendik ve onlara yine sorgusuz sualsiz katilmaya karar verdik. 
Cuma gunu sabah olabildigince erken kalkip bavulumuzu hazirladik ve yola koyulduk. Teresa'larla ogle yemegimizi yemek uzere Taupo civarinda, "Prawn Park"da (Karides Ciftligi) saat on iki'de bulusmayi planliyorduk ama evden cok erken cikamayinca yaklasik bir saat kadar geciktik. Vardigimizda onlar kendilerine 1 kg karides soylemislerdi bile. Hatta oturur oturmaz onlarin karidesleri geldi. Tabagi kocaman gorunce bizim icin de soylediler sandik ki meger ikisi bir kg karides yiyebiliyorlarmis, ee simdi onlar bir kg soylemisken bizim daha az soylememiz olmaz, bir kg da biz soyledik. Yemek bittiginde icimizden karides agaci cikacakti. Ben gerci biraz zorlandim yerken, gozleri ve ayaklari olan bir canliyi yemek pek de hoslandigim birsey degil :/ ama tadi da cok guzeldi.
Kafasini koparip, beynini icip, kabuklarini soyarak yedigimiz iri karidesler

Teresa ve Terry. Arka masada sirti donuk bordo t-shirtlu delikanli da Taiwan'li unlu bir popcuymus, kucuk bir detay :)
Yemekten sonra yakinlardaki Huka Falls'a ugradik, selale diyorlar ya oyle cok yuksek degildi, nehrin cok guclu aktigi bir bolumu. Iste fotograflar,





Kisa bir selale seyrinden sonra iki araba arkali onlu 75 km uzakliktaki Rotorua'ya dogru yola ciktik ve sehre varir varmaz dogruca Luge'u yapacagimiz yere gittik. Asagidaki fotografta goreceginiz teleferige binip yukari ciktik. Teleferikten normalde korkardim ama bu sefer kalabalik olmanin da verdigi bir motivasyon ile korkmadim. Ilk defa muhtesem manzaranin tadini cikardim. Mazaranin fotografini cekmeye calistim ama hava yagmurlu oldugu icin islak camin arkasindan pek de guzel kareler yakalayamadim.


Yukari ciktigimizda dogruca ilke defa Luge'a bineceklerin sirasina gectik.


Luge denilen sey aslinda plastik, dort tekerlekli, tek kisilik bir arac. Fren icin ondeki iki kolu kendimize dogru cekmemiz gerekiyor. Parkurlari uc seviye olarak belirlemisler. Tepeye cikmamizdan tahmin edeceginiz uzere, parkurlar tepeden basliyor ve asagiya dogru devam ediyor. Parkularin bittigi yerde de telesiyej (bu kelimeyi bulmak icin googleda kisa bir arastirma yaptigim dogrudur :)) sirasina girilip tekrar parkurun basladigi yere cikiyor. Bu dongu asagida satin alinan Luge biletleri tukenene kadar devam ediyor. 

Ozii yine cocuklar gibi sendi :)

Parkurlar

Telesiyej :) 


Ben iki tur attim, Ozii ise uc tur atti. Son turu atamadim cunku hava yagisli oldugu icin oturdugumuz Luge araclari islakti ve tum altim, sacim, ustum basim islanmisti. Ucuncu turu o halde yapmaya cesaret edemedim. Bazi virajlar cok keskin oldugu icin, aletin frenini sikacagim diye kollarim inanilmaz agridi. Ama bir daha ki sefere biraz daha hiz yapabilmeyi umuyorum. Nasil anlatacagimi bilmiyorum ama kaykayin uzerine oturdugunuzu ve kendinizi yokus asagi biraktiginizi dusunun. Oyle bir ivme kazaniyor ki, tam bir adrenalin patlamasi. Simdi kaykayi kontrol edebildiginiz freniniz oldugunu farzedin ve sadece dumduz asagi inmiyorsunuz, o hizla viraja giriyorsunuz. Tam anlamiyla nefes kesici :) Tabii benim gibi acemi ve korkaksaniz, saatte 5 km hizla frene abanarak inersiniz. Aslinda benim icin en nefes kesici kismi telesiyeje binmekti. Hayatimda ilk defa bindim ve bekledigimden daha az korktum. Yine sasirtici sekilde manzaranin tadini cikardim. 


Bu da Oziilerin ucuncu turunu beklerken cektigim manzara fotografi. Iste hem teleferikte, hem parkurlarda bu manzarayi seyrettik. Sahaneydi.

Luge aksiyonu sonrasi, Teresa'lar Auckland'a dogru yola devam ettiler, biz de otelimize yerlestik. Disi oldukca janjanli, ici kukurt kokulu ve eski bir oteldi ama olsun isitmali havuz herseye degerdi. Uzerimizi degistirdikten sonra, yemek yemek ve etrafi kesfetmek icin sehir merkezine indik. Her yer inanilmaz kalabalikti. Epey arandiktan sonra, Hint yemegi yemeye karar verdik. Yeni kesfimiz Hint mutfagi, bizim damak tadimiza oldukca uygun, fiyatlar ekonomik ve porsyonlar doyurucu. Hele bir ekmekleri var ki, bizim bazlama, off sadece onu yiyebilirim. Tam bir hamurisi canavariyim. Sanirim yemek sonrasi dogruca otele donup, otelin barinda da bira icmeye devam etmistik.

Ikinci gun sabah kalktigimizda tek bir planimiz vardi, o da Lonely Planet'in onerdigi kahvalti mekanina gidip, guzel bir kahvalti yapip, ardindan o gunu ve diger gunleri planlamakti. Yanimiza hem Lonely Planetimizi hem de otelden topladigimiz yirmi kadar brosuru aldik. Kahvalti sonrasi oncelikle brosurleri grupladik, o kadar cok aktivite vardi ki. Bu sehir sadece turizm uzerine kurulmus. Sehre girdiginizden itibaren merkeze kadar sira sira oteller karsiliyor sizi. Sehrin her yerinde ayri aktiviteler var; ucaktan  mi atlamak istersiniz (sky diving), rafting mi yapmak ister siniz, yoksa ormanin icin de agacta agaca iple, tepeden tepeye  asma kopruyle mi gecmek istesiniz (Canopy)? Ha bunlar yetmediyse, biraz daha adrenalin istiyorsaniz, bizim gibi Luge'a binebilir, bir tepeden kocaman bir topun icinde yuvarlanabilir (Zorb) ya da yavru aslan sevebilirsiniz. Yok ben sadece kendimi termal sulara birakmak, yildizlarin altinda romatik anlar yasamak istiyorum derseniz, gece on bucuga kadar acik sehrin dort bir yanindaki termal havuzlara girebilirsiniz. Eger amacaniz kultur turizmiyse, tam yeri, burasi Maori kulturunun kah tanitildigi, kah yasatildigi bir sehir. Sehrin yine dort bir yaninda Maori koyleri var ve kendi kulturlerini tanitici turistik aktiviteler duzenliyorlar. Bu sehir bana yetmez diyenlere bir kac saat uzakliktaki Hobbit koy ziyareti  de sunuluyor. Bu kadar aktivite var evet ama hepsi oldukca yuksek ucretli, hatta soyle soylemeliyim, saydigim aktivitelerin (termal havuz disindakiler) kisi basi fiyati ortalama 100$. Hal boyle olunca, gonul herseyi yapmak istese de butcemize gore bir secim yapmak durumundaydik. Bir gun once Luge ile adrenalin kismini hallettigimizi dusunup (ha bu arada Luge kisi basi 50$ a geldi), kendimizi Kultur turizmine, dogaya ve termal havuzlara adamaya karar verdik. Once maori koylerinden birinden aksam icin yer ayrittik. Buna karar vermemiz bile cok zor oldu, gece yuruyusu ve "glow worms" (karanlikta isik sacan kucuk yaratiklar - diye cevirebilirim herhalde, sanirim sadece Yeni Zelanda'da var.) gorme sansindan dolayi Mitai'yi sectik. Kahvalti sonrasi, yaptigimiz plan dogrultusunda, kahvalti yerine cok yakin Maori'lerin halen yasadigi Ohinemutu adli semte gittik. 
Hava yagisli oldugu icin cok fotograf cekemedim ama cektigim fotograflarda da goreceginiz gibi bu sehrin her yerinden duman cikiyor. Inanilmaz bir yer. Sehirin tamami jeotermal ile kapli. Sehir boyunca, bircok yerde buhar kumeleri goruluyor. Gittigimiz semtte de bir suru buhar cikan yer gorduk hatta golun o bolumunde genel olarak buharlasma hakimdi. Iste Maori semtin'den kareler;

Kahvalti yaptigimiz herden Ohinemutu semtine bakis.

Iste bu sekilde bir cok yerden buhar cikiyor. Yuzunuzu buhara tuttugunuzda, yuzunuz yumusacik oluyor. Ozii gibi elinizi bodoslama suya degerseniz de eliniz yaniyor :)

Maori sali olsa gerek, goldeki buharlasma ile birlikte acayip Gotik bir goruntusu vardi. Fotografini cekmeye doyamadim.


Maorilerin bulusma yeri, kutsal toren yeri de diyebiliriz.
Ohinemutu'dan sonra hemen yakindaki parka gittik. Parkin her yerinden yine yogun buhar cikiyordu. Hava yagmurlu ve serin olmasina ragmen, buharlarin ciktigi alanlara yaklasinca bir anda icimiz isiniyordu.




Hava bir turlu acmayinca ve aksamki Maori kultur gecesine birkac saatimiz oldugunu dusunerek, zamanimizi muze ziyareti yaparak degerlendirmeye karar verdik. Aslinda muze gezmekten cok, gittigimiz yeri yasamayi severiz ama hem hava surekli yagdigi hem de bu muze Lonely Planet'ten tam not aldigi icin muzeye gitmeye karar verdik. Muzeye girdigimizde 1886'daki yanardag patlamasi ile ilgili  yirmi dakikalik bir gosterim basliyordu, hemen ona girdik. Maorilerin bolgeye gelisi, sonra beyaz adamin gelisi ve Maori'lerin para ile tanismasi ve akabinde gelen yanardag patlamasi ile ilgili yari gercek yari mitlerle dolu bir belgesel izledik. Isin icine biraz da heyecan katmak icin yanardag patlamasindaki sarsintinin simulasyonunu yapmislar. Yanardag ekranda patlarken, oturdugumuz tahta tabureler sallanmaya basladi. Gercekten su simulasyon insana olayi bir nebze olsun yasatabiliyor. Belgeselden ciktiktan sonra muzeyi detayli gezdik. Burasi o yillarda termal sularin tedavi icin kullanildigi bir hastaneymis. Detayli muze ziyaretimizin son kisminda da yine yarim saatlik, bu sefer Maori'lerin ikinci dunya savasina katilmalari ile ilgili bir belgesel izledik. Belgeselden cikip dogruca sicak bir kahve icmeye gittik ve sonrasinda da aksam icin hazirlanmaya otele donduk. 


Muze'den - 1920'li yillarda kullanilan ekipmanlar

Sicak suyun dagitildigi boru sistemleri

Camur tedavisi
Vee heyecanla bekledigimiz Maori gecesi icin hazirlanmis bir sekilde saat 16:45'te otel lobbysinde beklemeye basladik. Nasil olacak, nasil bizi bulacaklar derken, yalniz olmadigimizi ogrendik, bizim ile birlikte geceye katilacak bir yasli grubu da vardi. Araba geldi, sofor tam bir Maori abi, uzun rastamsi saclari ile bize guzel bir baslangic yapmis oldu. Bir kac otelden daha geceye katilacaklari toplayip, Mitai koyune dogru yola ciktik. Koy hemen Luge'a giden teleferigin basladigi yerdeymis. Yem yesil bir ormanin icine kurulmus. Once bizi kocaman bir salona aldilar. Herkesin oturacagi yer onceden belirlemisti. Bizim masada bizim disimizda iki cift ve geceye tek basina katilan bir Ingiliz cocuk vardi. Ingiliz cocuk tam da bizim karsimiza oturdugu icin hemen muhabbete girdi. Kisaca Wellington'a 5-6 ayligina is icin gelmis ve tatil nedeniyle bizim gibi sagi solu geziyormus. Ilk olarak, tam bir turist rehberi olan Maori abi cikti sahneye ve ortami neselendirmeye basladi. Oncelikle hangi ulkelerden geldigimizi sormaya basladi ve tam tamina 21 ulkeden katilimci bulundugunu ogrendik. Tek Turk bizdik tabii ki, bir de bir Bulgar ailesi vardi. Isinma turundan sonra bize geleneksel Maori yemegi "Hangi" yi tanittilar. Bizi disariya alip hanginin nasil pistigini gosterdiler. 

Maori rehberimiz

Iste "Hangi" yerin aldinda jeotermal ile pisen yemek. Kendine has hos bir kokusu var. 
Sonrasinda Maori'lerin eski donemlerde kullandiklari uzun kanoyu gormeye gittik ve sonra kanoyu gormekle kalmayip bir de köyün icindeki derede kanolu gosterilerini izledik. Tam bir gorsel solendi. Doga, su, kiyafetler ve ates...




Kano şovundan sonra bizi yaklasik 45 dk - 1 saat suren Maori dansinin, geleneklerinin, savas arac gereclerinin canladirildigi alana goturduler. Kocaman bir tiyatro sahnesinin Maori köyü dekoruna sahip oldugunu dusunun, oyle bir yer yapmislar. Cok hareketli olduklari icin cekimler cok iyi degil ama asagidaki fotograflar size biraz fikir verecektir.






Hic sikilmadan izledigim gosterinın ardından bizi tekrar yemekleri yiyecegimiz salona goturduler. Acik bufe olarak sevris edilen "hangi"lerden yedik. Cok lezzetliydi, gitmeyi dusunene siddetle tavsiye ederim. Yemek bitiminde ormanin icinde gece yuruyusune ciktik, hafif yagmur esliginde on onbes dakika yuruduk ve sonunda "glow worms"u gorecegimiz kucuk gol, su birikintisi de diyebilecegimiz yere geldik. Hic fotograf yok cunku, parladiklarini ancak karanlikta gorebiliyoruz. Binlerce de olmadigi icin fotograf icin yetecek isigi sacmiyorlar. Ama gordugumuz kadariyla bile muhtesem bir goruntuye sahipler. Yuruyus sonrasi 13 numarali otobusumuze atlayip tekrar otele donduk. Otele varir varmaz, iceri bile girmeden Pig & Whistle adli bara gittik. Gerci keske otele bir girseymisiz, ormanda usumemek icin giydigim postallar, Pig & Whistle'da soyle rahatca dans etmemi engelledi. Cok da dans etmem ya bir kac hareketli muzikte dans edesim geldi ama iste postallarin surtme kuvvetine takildim :) Pig & Whistle icin sehrin en populer canli muzik, dans, eglence mekani diyebilirim. Oyle populer olmus ki, alternatif muzikler calan bir bar olmasina ragmen, kapida bodyguardlar var ve kim girecek kim girmeyecek karisiyorlar. Onumuzdeki genc grubu almadilar mesela, cunku kiyafetlerini begenmediler, hatta iceride dans eden bir cocugun beresini de cikarttirdilar. Nasil bir elitizm anlamadik. Ama herseye ragmen mekan gercekten keyifliydi. 

Bu dopdolu ve cok guzel gecen gunun ardindan, keyifsiz bir sabah gecirdik. Telefonumu kaybettigimi anladik ve bir onceki gun gittigimiz yerlere gidip telefonumu aradik. Bir onceki gun sehir beni oyle buyulemisti ki, aman surada buhar cikiyor, aman burada gotik bir manzara var diye kosturmam esnasinda dusurdum ya da unuttum herhalde telefonu bir yerde. Hatta cope bile atmis olabilirim. Insanin bu devirde telefonunu kaybetmesi ne fena birseymis, tum hesaplarima tek tikla ulasma imkani. Tum olasi yerlere baktiktan sonra, otele donup hem telefonu, hem sim karti kullanima kapattirdik ve tum hesaplarin sifrelerini degistirdik. Allah'tan Ozii dogum gunumde sim kart takilabilen bir tablet almisti da, telefonun eksikligini cok hissetmiyorum, hem bu sayede tabletimi daha aktif kullanmaya basladim. Telefon muhabbetine gunun yarisini kaybetmis olmamiza ragmen, planlarimizi hizli bir sekilde gerceklestirebildik. Dogruca sehre yarim saat uzakliktaki Waimangu adli volkanik bolgeye gittik. 1886'daki yanardag patlamasinin oldugu ve patlamadan sonra heryerin yandigi ve sonra doganin tekrar canlanip, bu zamana kadar kendini yeniledigi bolge. Tabii ki su an hala jeotermal ozelligini koruyan bir bolge. Milli park gibi duzenlemisler. Girer girmez yine dev buharlasmalarin oldugu yerleri gorduk. Daha asagıdaki ilk fotograftaki yere yeni ulasmistik ki yagmur yagmaya basladi. Sagnak seklinde degil ama biraz argo sekliyle ahmak islatan. Kafamiz telefon olayina oyle bozuktu ki ne giriste dagitilan semsiyeleri gorduk, ne de aklimiza yagmurdan korunma ile ilgili birsey geldi. Yuruyus toplamda bir-bir bucuk saat surdu ve sonunda oldukca islanmistik. Hava yagmurlu olunca ve lensimin koruyucusu olmayinca, iki buklum ozanin ceketinin altindan cekmeye calistigim kareleri asagida gorebilirsiniz. Oyle guzel bir renk cumbusu vardi ki kacirdim. Fosforlu yesilden, kop kuyo yesile, ozellikle yesilin her renginin gorulebilecegi tam bir renk soleniydi. Neyse ki hafizama kazidim ve Yeni Zelanda'ya bizi ziyarete gelen ilk kisiyi goturdugumuzde bol bol fotograf cekmeyi planliyorum. Bakalim kim olacak bu ilk kisi (Eda, Suat, Engin, Onur, Gurhan, Anneler...???) Heyecanla bekliyoruz, buralari sevdiklerimizle paylasmak icin.

Buharin tamami golden cikiyor. Bu bolge irili ufakli bircok krater golu ile dolu.



Bolgede goller arasinda bu sekilde su yollari, kucuk derecikler var. Bilgi panalorinda da suyun icindeki kimyasallar yaziyor. Anlayacaginiz su hem cok sicak hem de degisik kimyasallarla dolu.

Bu krater golune bayildim. Renge bakar misiniz? Yine yagmurdan ancak bu kadar cekebildim.
Yuruyusumuzun sonunda, asil yanardagin yanibasinda bulunan kocaman gole ulastik. Normalde ek para verseydik, golde tekne ile dolasma ve yanardagi daha yakindan gorme sansimiz olacakti ya bize pek cazip gelmedi. Biz de gole ulasincan soyle bir etrafa bakindik ve saati gelince otobusle geri donduk. Yurumeyi tercih etmeyeler icin parkin icine otobus koymuslar, bizim icin de iyi oldu islak islak donmek yerine otobusle donduk. Yalniz kucuk bir dip not, hayatimda boyle kotu kokan bir otobuse daha rastlamadim. O on- onbes dakika nasil gecti anlamadim. Otobusu beklerken de azicik kus gozlem yerine gidip kuslari inceledik. Yeni Zelanda' da bir suru siyah kugu var (Black Swan), nasil da guzeller. Donuste dogruca karnimizi doyurmaya sehre gittik, ucuz yollu olsun diye noodle yiyelim dedik ve noodle'cinin acilmasini bekledik. Saat bes olup da noodle'ci acilinca karnimizi doyurabildik. Sonra hedef tatilin benim icin en zevkli kismi olan Termal Havuzlar. Poloneysian Spa adli kocaman bir tesise gittik. Amacimiz gol manzarali, ozel havuz kiralamakti ama tatil sezonu oldugu icin cok kalabalikti ve mevcut dort havuzdan biri bize denk gelemedi. Aslinda ayni yere sabah gidip aksam icin rezervasyon yaptiralim demistik ya rezervasyon almiyorlarmis. Sansina, siraya giriyorsun istedigin havuz bostaysa giriyorsun. Bize de manzarasi olmayan ama kayalarla dizayn edilmis ozel havuz denk geldi. Ustu acik gokyuzunu izleyebildiginiz bir oda dusunun ve icinde suyun surekli devir daim yaptigi termal bir havuz var. Odaya girip iceriden kilitliyorsunuz, ve iceride yalnizca sız, sevdiginiz ve gokyuzundeki yildizlar oluyor. Havuzun sicakligi oyle iyi geldi ki, gun boyu usumemizden sonra kemiklerimiz isindi. Havuz sonrasi, sicak su keyfimizi otelde devam ettırdik, hemen mayolarimizi giyip dogruca otelin sicak su havuzuna. Yine yildizlar, yine biz ama bu sefer diger otel misafirleriyle. Olsun yine cok keyifliydi. O gece sehre inmek yerine otelin restaurantinda ve barinda takilmaya karar verdik. Guzel bir geceydi, otelde de somine basinda yemegimizi yedik. Havuz, somine, yemek hersey tam hayalimdeki gibi cok romantikti :)

Son gunku planimiz havanin artik yagmayacagini dusunerek sehir merkezinde dolanmak, hediyelik esyacilara girip cikmakti. Fat Dog Cafe'de guzel bir kahvaltinin sonrasinda sehirde dolandik, dukkanlara girip ciktik, bilumum kolyeler, kitap ayraclari vs aldik. 

Karizmatik sevgilim benim...


Sonrasinda da Rotorua trilogy (3'leme) nin son bolumunu tamamlamak uzere yasayan Maori koyunu ziyaret ettik. Bu Maori koyu digerlerine gore biraz daha farkli, ornegin diger bir Maori koyu Te Pui'yi devlet isletirken bunlar kendi kendilerini yonetıyorlar. Rehberin dedigine gore, yasadikları topraklarda devletin onlara ne yapip yapamayacaklarını soylemesini istememişler. Biz de Ozii ile waww, yuru be dedik. 



Koyde saat basi turlar duzenliyorlar ve fotograftaki gibi Maori rehberler koyu gezdiriyorlar.

Goreceginiz uzere bu koyun her yerinden buhar cikiyor.








Iste bizim Maori rehber.



Bu da sehirin unlu "Geyser"'i (Turkce karsiligi da gayser yani sicak su fiskiyesi). Gunde 20 kere buradan sicak su fiskiriyormus. Bazen basincli suyun 30m yi buldugu oluyormus ama bize sadece bu kadari denk geldi.
Koyden ciktiktan sonra unlu iki krater golunu gormeye gittik, gunes batmak uzere oldugu icin hizli bir tur oldu bizimkisi. Iki golun arasinda bir tepeye izleme yeri yapmislar ve kafani bir tarafa cevirince mavi gol, diger yana cevirince yesil gol. Gercekten de renkleri mavi ve yesil. Mavi gol'de yuzulebiliyor.

Burasi Mavi Gol. Ters isiktan cok anlasilmiyordur ama rengi gercekten mavi.

Burasi da Yesil gol.

Mavi Gol - gunes iyice batarken

Gunesi batirdiktan sonra, ciderlarimizi Mavi Gol kenarinda ictik ve Yeni Zelanda'nin ne kadar guzel olduguyla ilgili konustuk. Cennet burasi cennet...

Gol keyfi sonrası otelimize kosup son sicak su keyfimizi yaptik. Oyle bir saatte gitmisiz ki, havuzun yanindaki spa havuzlari da bostu. Havuzdan cikip spa havuzuna girdik, sicak ve basincli su ile yine soyle bir gevsedik. Artik tatilin son gecesindeki ozel yemege hazirdik. Lonely Planet sagolsun, kitaptan tam istedigim gibi bir restaurant'i sectim. Vardigimizda hayal kirikligina ugramadigima sevindim. Hayal kirikligi bir yana beklentimin de uzerindeydi. Cok hos dizayn edilmis bir restaurantta, mum isiginda, guzel muzik esliginde, daha once hic tatmadigim tatlar tattim. Yemegin sonunda asci'nin Avustralya'da egitim almis bir Irlandali oldugunu ve Fransiz mutfagindan esinlendigini ogrendik. 





Rotorua'da doga, kultur ve romantizm dolu gecen tatilimizin sonu... Hoşçakalın...