Sunday 27 April 2014

Rotorua'da 4 gun

"Easter" yani Paskalya tatilini Rotorua'da gecirdik. Bol bol dinlenmeyi umdugumuz tatilin her dakikasi dolu gecti. Ilk defa bir tatile plansiz basladik. Bir ay kala, bir pazar gecesi yatmadan once soyle bir otellere bakip, "hava serince olacak, isitmali havuzu varmis" deyip de otel rezervasyonu yaptirmak disinda tatile dair hic birsey yapmadik. Ne yenir, ne icilir, nasil bir yer hic bakmadik. Insanlarin sehir ile ilgili tek soyledikleri sey, sehrin kokusuna alisirsaniz, cok guzel bir sehir ve "heaps to do" yani yapilacak milyonlarca seyin olmasi. Kulaga hic de fena gelmiyordu. Son birkac gun kala is yerinden arkadasim Teresa'nin da ayni gun Auckland'a giderken bizim guzergahi izleyeceklerini ve Rotorua'da Luge dene bir olay yapacaklarini ogrendik ve onlara yine sorgusuz sualsiz katilmaya karar verdik. 
Cuma gunu sabah olabildigince erken kalkip bavulumuzu hazirladik ve yola koyulduk. Teresa'larla ogle yemegimizi yemek uzere Taupo civarinda, "Prawn Park"da (Karides Ciftligi) saat on iki'de bulusmayi planliyorduk ama evden cok erken cikamayinca yaklasik bir saat kadar geciktik. Vardigimizda onlar kendilerine 1 kg karides soylemislerdi bile. Hatta oturur oturmaz onlarin karidesleri geldi. Tabagi kocaman gorunce bizim icin de soylediler sandik ki meger ikisi bir kg karides yiyebiliyorlarmis, ee simdi onlar bir kg soylemisken bizim daha az soylememiz olmaz, bir kg da biz soyledik. Yemek bittiginde icimizden karides agaci cikacakti. Ben gerci biraz zorlandim yerken, gozleri ve ayaklari olan bir canliyi yemek pek de hoslandigim birsey degil :/ ama tadi da cok guzeldi.
Kafasini koparip, beynini icip, kabuklarini soyarak yedigimiz iri karidesler

Teresa ve Terry. Arka masada sirti donuk bordo t-shirtlu delikanli da Taiwan'li unlu bir popcuymus, kucuk bir detay :)
Yemekten sonra yakinlardaki Huka Falls'a ugradik, selale diyorlar ya oyle cok yuksek degildi, nehrin cok guclu aktigi bir bolumu. Iste fotograflar,





Kisa bir selale seyrinden sonra iki araba arkali onlu 75 km uzakliktaki Rotorua'ya dogru yola ciktik ve sehre varir varmaz dogruca Luge'u yapacagimiz yere gittik. Asagidaki fotografta goreceginiz teleferige binip yukari ciktik. Teleferikten normalde korkardim ama bu sefer kalabalik olmanin da verdigi bir motivasyon ile korkmadim. Ilk defa muhtesem manzaranin tadini cikardim. Mazaranin fotografini cekmeye calistim ama hava yagmurlu oldugu icin islak camin arkasindan pek de guzel kareler yakalayamadim.


Yukari ciktigimizda dogruca ilke defa Luge'a bineceklerin sirasina gectik.


Luge denilen sey aslinda plastik, dort tekerlekli, tek kisilik bir arac. Fren icin ondeki iki kolu kendimize dogru cekmemiz gerekiyor. Parkurlari uc seviye olarak belirlemisler. Tepeye cikmamizdan tahmin edeceginiz uzere, parkurlar tepeden basliyor ve asagiya dogru devam ediyor. Parkularin bittigi yerde de telesiyej (bu kelimeyi bulmak icin googleda kisa bir arastirma yaptigim dogrudur :)) sirasina girilip tekrar parkurun basladigi yere cikiyor. Bu dongu asagida satin alinan Luge biletleri tukenene kadar devam ediyor. 

Ozii yine cocuklar gibi sendi :)

Parkurlar

Telesiyej :) 


Ben iki tur attim, Ozii ise uc tur atti. Son turu atamadim cunku hava yagisli oldugu icin oturdugumuz Luge araclari islakti ve tum altim, sacim, ustum basim islanmisti. Ucuncu turu o halde yapmaya cesaret edemedim. Bazi virajlar cok keskin oldugu icin, aletin frenini sikacagim diye kollarim inanilmaz agridi. Ama bir daha ki sefere biraz daha hiz yapabilmeyi umuyorum. Nasil anlatacagimi bilmiyorum ama kaykayin uzerine oturdugunuzu ve kendinizi yokus asagi biraktiginizi dusunun. Oyle bir ivme kazaniyor ki, tam bir adrenalin patlamasi. Simdi kaykayi kontrol edebildiginiz freniniz oldugunu farzedin ve sadece dumduz asagi inmiyorsunuz, o hizla viraja giriyorsunuz. Tam anlamiyla nefes kesici :) Tabii benim gibi acemi ve korkaksaniz, saatte 5 km hizla frene abanarak inersiniz. Aslinda benim icin en nefes kesici kismi telesiyeje binmekti. Hayatimda ilk defa bindim ve bekledigimden daha az korktum. Yine sasirtici sekilde manzaranin tadini cikardim. 


Bu da Oziilerin ucuncu turunu beklerken cektigim manzara fotografi. Iste hem teleferikte, hem parkurlarda bu manzarayi seyrettik. Sahaneydi.

Luge aksiyonu sonrasi, Teresa'lar Auckland'a dogru yola devam ettiler, biz de otelimize yerlestik. Disi oldukca janjanli, ici kukurt kokulu ve eski bir oteldi ama olsun isitmali havuz herseye degerdi. Uzerimizi degistirdikten sonra, yemek yemek ve etrafi kesfetmek icin sehir merkezine indik. Her yer inanilmaz kalabalikti. Epey arandiktan sonra, Hint yemegi yemeye karar verdik. Yeni kesfimiz Hint mutfagi, bizim damak tadimiza oldukca uygun, fiyatlar ekonomik ve porsyonlar doyurucu. Hele bir ekmekleri var ki, bizim bazlama, off sadece onu yiyebilirim. Tam bir hamurisi canavariyim. Sanirim yemek sonrasi dogruca otele donup, otelin barinda da bira icmeye devam etmistik.

Ikinci gun sabah kalktigimizda tek bir planimiz vardi, o da Lonely Planet'in onerdigi kahvalti mekanina gidip, guzel bir kahvalti yapip, ardindan o gunu ve diger gunleri planlamakti. Yanimiza hem Lonely Planetimizi hem de otelden topladigimiz yirmi kadar brosuru aldik. Kahvalti sonrasi oncelikle brosurleri grupladik, o kadar cok aktivite vardi ki. Bu sehir sadece turizm uzerine kurulmus. Sehre girdiginizden itibaren merkeze kadar sira sira oteller karsiliyor sizi. Sehrin her yerinde ayri aktiviteler var; ucaktan  mi atlamak istersiniz (sky diving), rafting mi yapmak ister siniz, yoksa ormanin icin de agacta agaca iple, tepeden tepeye  asma kopruyle mi gecmek istesiniz (Canopy)? Ha bunlar yetmediyse, biraz daha adrenalin istiyorsaniz, bizim gibi Luge'a binebilir, bir tepeden kocaman bir topun icinde yuvarlanabilir (Zorb) ya da yavru aslan sevebilirsiniz. Yok ben sadece kendimi termal sulara birakmak, yildizlarin altinda romatik anlar yasamak istiyorum derseniz, gece on bucuga kadar acik sehrin dort bir yanindaki termal havuzlara girebilirsiniz. Eger amacaniz kultur turizmiyse, tam yeri, burasi Maori kulturunun kah tanitildigi, kah yasatildigi bir sehir. Sehrin yine dort bir yaninda Maori koyleri var ve kendi kulturlerini tanitici turistik aktiviteler duzenliyorlar. Bu sehir bana yetmez diyenlere bir kac saat uzakliktaki Hobbit koy ziyareti  de sunuluyor. Bu kadar aktivite var evet ama hepsi oldukca yuksek ucretli, hatta soyle soylemeliyim, saydigim aktivitelerin (termal havuz disindakiler) kisi basi fiyati ortalama 100$. Hal boyle olunca, gonul herseyi yapmak istese de butcemize gore bir secim yapmak durumundaydik. Bir gun once Luge ile adrenalin kismini hallettigimizi dusunup (ha bu arada Luge kisi basi 50$ a geldi), kendimizi Kultur turizmine, dogaya ve termal havuzlara adamaya karar verdik. Once maori koylerinden birinden aksam icin yer ayrittik. Buna karar vermemiz bile cok zor oldu, gece yuruyusu ve "glow worms" (karanlikta isik sacan kucuk yaratiklar - diye cevirebilirim herhalde, sanirim sadece Yeni Zelanda'da var.) gorme sansindan dolayi Mitai'yi sectik. Kahvalti sonrasi, yaptigimiz plan dogrultusunda, kahvalti yerine cok yakin Maori'lerin halen yasadigi Ohinemutu adli semte gittik. 
Hava yagisli oldugu icin cok fotograf cekemedim ama cektigim fotograflarda da goreceginiz gibi bu sehrin her yerinden duman cikiyor. Inanilmaz bir yer. Sehirin tamami jeotermal ile kapli. Sehir boyunca, bircok yerde buhar kumeleri goruluyor. Gittigimiz semtte de bir suru buhar cikan yer gorduk hatta golun o bolumunde genel olarak buharlasma hakimdi. Iste Maori semtin'den kareler;

Kahvalti yaptigimiz herden Ohinemutu semtine bakis.

Iste bu sekilde bir cok yerden buhar cikiyor. Yuzunuzu buhara tuttugunuzda, yuzunuz yumusacik oluyor. Ozii gibi elinizi bodoslama suya degerseniz de eliniz yaniyor :)

Maori sali olsa gerek, goldeki buharlasma ile birlikte acayip Gotik bir goruntusu vardi. Fotografini cekmeye doyamadim.


Maorilerin bulusma yeri, kutsal toren yeri de diyebiliriz.
Ohinemutu'dan sonra hemen yakindaki parka gittik. Parkin her yerinden yine yogun buhar cikiyordu. Hava yagmurlu ve serin olmasina ragmen, buharlarin ciktigi alanlara yaklasinca bir anda icimiz isiniyordu.




Hava bir turlu acmayinca ve aksamki Maori kultur gecesine birkac saatimiz oldugunu dusunerek, zamanimizi muze ziyareti yaparak degerlendirmeye karar verdik. Aslinda muze gezmekten cok, gittigimiz yeri yasamayi severiz ama hem hava surekli yagdigi hem de bu muze Lonely Planet'ten tam not aldigi icin muzeye gitmeye karar verdik. Muzeye girdigimizde 1886'daki yanardag patlamasi ile ilgili  yirmi dakikalik bir gosterim basliyordu, hemen ona girdik. Maorilerin bolgeye gelisi, sonra beyaz adamin gelisi ve Maori'lerin para ile tanismasi ve akabinde gelen yanardag patlamasi ile ilgili yari gercek yari mitlerle dolu bir belgesel izledik. Isin icine biraz da heyecan katmak icin yanardag patlamasindaki sarsintinin simulasyonunu yapmislar. Yanardag ekranda patlarken, oturdugumuz tahta tabureler sallanmaya basladi. Gercekten su simulasyon insana olayi bir nebze olsun yasatabiliyor. Belgeselden ciktiktan sonra muzeyi detayli gezdik. Burasi o yillarda termal sularin tedavi icin kullanildigi bir hastaneymis. Detayli muze ziyaretimizin son kisminda da yine yarim saatlik, bu sefer Maori'lerin ikinci dunya savasina katilmalari ile ilgili bir belgesel izledik. Belgeselden cikip dogruca sicak bir kahve icmeye gittik ve sonrasinda da aksam icin hazirlanmaya otele donduk. 


Muze'den - 1920'li yillarda kullanilan ekipmanlar

Sicak suyun dagitildigi boru sistemleri

Camur tedavisi
Vee heyecanla bekledigimiz Maori gecesi icin hazirlanmis bir sekilde saat 16:45'te otel lobbysinde beklemeye basladik. Nasil olacak, nasil bizi bulacaklar derken, yalniz olmadigimizi ogrendik, bizim ile birlikte geceye katilacak bir yasli grubu da vardi. Araba geldi, sofor tam bir Maori abi, uzun rastamsi saclari ile bize guzel bir baslangic yapmis oldu. Bir kac otelden daha geceye katilacaklari toplayip, Mitai koyune dogru yola ciktik. Koy hemen Luge'a giden teleferigin basladigi yerdeymis. Yem yesil bir ormanin icine kurulmus. Once bizi kocaman bir salona aldilar. Herkesin oturacagi yer onceden belirlemisti. Bizim masada bizim disimizda iki cift ve geceye tek basina katilan bir Ingiliz cocuk vardi. Ingiliz cocuk tam da bizim karsimiza oturdugu icin hemen muhabbete girdi. Kisaca Wellington'a 5-6 ayligina is icin gelmis ve tatil nedeniyle bizim gibi sagi solu geziyormus. Ilk olarak, tam bir turist rehberi olan Maori abi cikti sahneye ve ortami neselendirmeye basladi. Oncelikle hangi ulkelerden geldigimizi sormaya basladi ve tam tamina 21 ulkeden katilimci bulundugunu ogrendik. Tek Turk bizdik tabii ki, bir de bir Bulgar ailesi vardi. Isinma turundan sonra bize geleneksel Maori yemegi "Hangi" yi tanittilar. Bizi disariya alip hanginin nasil pistigini gosterdiler. 

Maori rehberimiz

Iste "Hangi" yerin aldinda jeotermal ile pisen yemek. Kendine has hos bir kokusu var. 
Sonrasinda Maori'lerin eski donemlerde kullandiklari uzun kanoyu gormeye gittik ve sonra kanoyu gormekle kalmayip bir de köyün icindeki derede kanolu gosterilerini izledik. Tam bir gorsel solendi. Doga, su, kiyafetler ve ates...




Kano şovundan sonra bizi yaklasik 45 dk - 1 saat suren Maori dansinin, geleneklerinin, savas arac gereclerinin canladirildigi alana goturduler. Kocaman bir tiyatro sahnesinin Maori köyü dekoruna sahip oldugunu dusunun, oyle bir yer yapmislar. Cok hareketli olduklari icin cekimler cok iyi degil ama asagidaki fotograflar size biraz fikir verecektir.






Hic sikilmadan izledigim gosterinın ardından bizi tekrar yemekleri yiyecegimiz salona goturduler. Acik bufe olarak sevris edilen "hangi"lerden yedik. Cok lezzetliydi, gitmeyi dusunene siddetle tavsiye ederim. Yemek bitiminde ormanin icinde gece yuruyusune ciktik, hafif yagmur esliginde on onbes dakika yuruduk ve sonunda "glow worms"u gorecegimiz kucuk gol, su birikintisi de diyebilecegimiz yere geldik. Hic fotograf yok cunku, parladiklarini ancak karanlikta gorebiliyoruz. Binlerce de olmadigi icin fotograf icin yetecek isigi sacmiyorlar. Ama gordugumuz kadariyla bile muhtesem bir goruntuye sahipler. Yuruyus sonrasi 13 numarali otobusumuze atlayip tekrar otele donduk. Otele varir varmaz, iceri bile girmeden Pig & Whistle adli bara gittik. Gerci keske otele bir girseymisiz, ormanda usumemek icin giydigim postallar, Pig & Whistle'da soyle rahatca dans etmemi engelledi. Cok da dans etmem ya bir kac hareketli muzikte dans edesim geldi ama iste postallarin surtme kuvvetine takildim :) Pig & Whistle icin sehrin en populer canli muzik, dans, eglence mekani diyebilirim. Oyle populer olmus ki, alternatif muzikler calan bir bar olmasina ragmen, kapida bodyguardlar var ve kim girecek kim girmeyecek karisiyorlar. Onumuzdeki genc grubu almadilar mesela, cunku kiyafetlerini begenmediler, hatta iceride dans eden bir cocugun beresini de cikarttirdilar. Nasil bir elitizm anlamadik. Ama herseye ragmen mekan gercekten keyifliydi. 

Bu dopdolu ve cok guzel gecen gunun ardindan, keyifsiz bir sabah gecirdik. Telefonumu kaybettigimi anladik ve bir onceki gun gittigimiz yerlere gidip telefonumu aradik. Bir onceki gun sehir beni oyle buyulemisti ki, aman surada buhar cikiyor, aman burada gotik bir manzara var diye kosturmam esnasinda dusurdum ya da unuttum herhalde telefonu bir yerde. Hatta cope bile atmis olabilirim. Insanin bu devirde telefonunu kaybetmesi ne fena birseymis, tum hesaplarima tek tikla ulasma imkani. Tum olasi yerlere baktiktan sonra, otele donup hem telefonu, hem sim karti kullanima kapattirdik ve tum hesaplarin sifrelerini degistirdik. Allah'tan Ozii dogum gunumde sim kart takilabilen bir tablet almisti da, telefonun eksikligini cok hissetmiyorum, hem bu sayede tabletimi daha aktif kullanmaya basladim. Telefon muhabbetine gunun yarisini kaybetmis olmamiza ragmen, planlarimizi hizli bir sekilde gerceklestirebildik. Dogruca sehre yarim saat uzakliktaki Waimangu adli volkanik bolgeye gittik. 1886'daki yanardag patlamasinin oldugu ve patlamadan sonra heryerin yandigi ve sonra doganin tekrar canlanip, bu zamana kadar kendini yeniledigi bolge. Tabii ki su an hala jeotermal ozelligini koruyan bir bolge. Milli park gibi duzenlemisler. Girer girmez yine dev buharlasmalarin oldugu yerleri gorduk. Daha asagıdaki ilk fotograftaki yere yeni ulasmistik ki yagmur yagmaya basladi. Sagnak seklinde degil ama biraz argo sekliyle ahmak islatan. Kafamiz telefon olayina oyle bozuktu ki ne giriste dagitilan semsiyeleri gorduk, ne de aklimiza yagmurdan korunma ile ilgili birsey geldi. Yuruyus toplamda bir-bir bucuk saat surdu ve sonunda oldukca islanmistik. Hava yagmurlu olunca ve lensimin koruyucusu olmayinca, iki buklum ozanin ceketinin altindan cekmeye calistigim kareleri asagida gorebilirsiniz. Oyle guzel bir renk cumbusu vardi ki kacirdim. Fosforlu yesilden, kop kuyo yesile, ozellikle yesilin her renginin gorulebilecegi tam bir renk soleniydi. Neyse ki hafizama kazidim ve Yeni Zelanda'ya bizi ziyarete gelen ilk kisiyi goturdugumuzde bol bol fotograf cekmeyi planliyorum. Bakalim kim olacak bu ilk kisi (Eda, Suat, Engin, Onur, Gurhan, Anneler...???) Heyecanla bekliyoruz, buralari sevdiklerimizle paylasmak icin.

Buharin tamami golden cikiyor. Bu bolge irili ufakli bircok krater golu ile dolu.



Bolgede goller arasinda bu sekilde su yollari, kucuk derecikler var. Bilgi panalorinda da suyun icindeki kimyasallar yaziyor. Anlayacaginiz su hem cok sicak hem de degisik kimyasallarla dolu.

Bu krater golune bayildim. Renge bakar misiniz? Yine yagmurdan ancak bu kadar cekebildim.
Yuruyusumuzun sonunda, asil yanardagin yanibasinda bulunan kocaman gole ulastik. Normalde ek para verseydik, golde tekne ile dolasma ve yanardagi daha yakindan gorme sansimiz olacakti ya bize pek cazip gelmedi. Biz de gole ulasincan soyle bir etrafa bakindik ve saati gelince otobusle geri donduk. Yurumeyi tercih etmeyeler icin parkin icine otobus koymuslar, bizim icin de iyi oldu islak islak donmek yerine otobusle donduk. Yalniz kucuk bir dip not, hayatimda boyle kotu kokan bir otobuse daha rastlamadim. O on- onbes dakika nasil gecti anlamadim. Otobusu beklerken de azicik kus gozlem yerine gidip kuslari inceledik. Yeni Zelanda' da bir suru siyah kugu var (Black Swan), nasil da guzeller. Donuste dogruca karnimizi doyurmaya sehre gittik, ucuz yollu olsun diye noodle yiyelim dedik ve noodle'cinin acilmasini bekledik. Saat bes olup da noodle'ci acilinca karnimizi doyurabildik. Sonra hedef tatilin benim icin en zevkli kismi olan Termal Havuzlar. Poloneysian Spa adli kocaman bir tesise gittik. Amacimiz gol manzarali, ozel havuz kiralamakti ama tatil sezonu oldugu icin cok kalabalikti ve mevcut dort havuzdan biri bize denk gelemedi. Aslinda ayni yere sabah gidip aksam icin rezervasyon yaptiralim demistik ya rezervasyon almiyorlarmis. Sansina, siraya giriyorsun istedigin havuz bostaysa giriyorsun. Bize de manzarasi olmayan ama kayalarla dizayn edilmis ozel havuz denk geldi. Ustu acik gokyuzunu izleyebildiginiz bir oda dusunun ve icinde suyun surekli devir daim yaptigi termal bir havuz var. Odaya girip iceriden kilitliyorsunuz, ve iceride yalnizca sız, sevdiginiz ve gokyuzundeki yildizlar oluyor. Havuzun sicakligi oyle iyi geldi ki, gun boyu usumemizden sonra kemiklerimiz isindi. Havuz sonrasi, sicak su keyfimizi otelde devam ettırdik, hemen mayolarimizi giyip dogruca otelin sicak su havuzuna. Yine yildizlar, yine biz ama bu sefer diger otel misafirleriyle. Olsun yine cok keyifliydi. O gece sehre inmek yerine otelin restaurantinda ve barinda takilmaya karar verdik. Guzel bir geceydi, otelde de somine basinda yemegimizi yedik. Havuz, somine, yemek hersey tam hayalimdeki gibi cok romantikti :)

Son gunku planimiz havanin artik yagmayacagini dusunerek sehir merkezinde dolanmak, hediyelik esyacilara girip cikmakti. Fat Dog Cafe'de guzel bir kahvaltinin sonrasinda sehirde dolandik, dukkanlara girip ciktik, bilumum kolyeler, kitap ayraclari vs aldik. 

Karizmatik sevgilim benim...


Sonrasinda da Rotorua trilogy (3'leme) nin son bolumunu tamamlamak uzere yasayan Maori koyunu ziyaret ettik. Bu Maori koyu digerlerine gore biraz daha farkli, ornegin diger bir Maori koyu Te Pui'yi devlet isletirken bunlar kendi kendilerini yonetıyorlar. Rehberin dedigine gore, yasadikları topraklarda devletin onlara ne yapip yapamayacaklarını soylemesini istememişler. Biz de Ozii ile waww, yuru be dedik. 



Koyde saat basi turlar duzenliyorlar ve fotograftaki gibi Maori rehberler koyu gezdiriyorlar.

Goreceginiz uzere bu koyun her yerinden buhar cikiyor.








Iste bizim Maori rehber.



Bu da sehirin unlu "Geyser"'i (Turkce karsiligi da gayser yani sicak su fiskiyesi). Gunde 20 kere buradan sicak su fiskiriyormus. Bazen basincli suyun 30m yi buldugu oluyormus ama bize sadece bu kadari denk geldi.
Koyden ciktiktan sonra unlu iki krater golunu gormeye gittik, gunes batmak uzere oldugu icin hizli bir tur oldu bizimkisi. Iki golun arasinda bir tepeye izleme yeri yapmislar ve kafani bir tarafa cevirince mavi gol, diger yana cevirince yesil gol. Gercekten de renkleri mavi ve yesil. Mavi gol'de yuzulebiliyor.

Burasi Mavi Gol. Ters isiktan cok anlasilmiyordur ama rengi gercekten mavi.

Burasi da Yesil gol.

Mavi Gol - gunes iyice batarken

Gunesi batirdiktan sonra, ciderlarimizi Mavi Gol kenarinda ictik ve Yeni Zelanda'nin ne kadar guzel olduguyla ilgili konustuk. Cennet burasi cennet...

Gol keyfi sonrası otelimize kosup son sicak su keyfimizi yaptik. Oyle bir saatte gitmisiz ki, havuzun yanindaki spa havuzlari da bostu. Havuzdan cikip spa havuzuna girdik, sicak ve basincli su ile yine soyle bir gevsedik. Artik tatilin son gecesindeki ozel yemege hazirdik. Lonely Planet sagolsun, kitaptan tam istedigim gibi bir restaurant'i sectim. Vardigimizda hayal kirikligina ugramadigima sevindim. Hayal kirikligi bir yana beklentimin de uzerindeydi. Cok hos dizayn edilmis bir restaurantta, mum isiginda, guzel muzik esliginde, daha once hic tatmadigim tatlar tattim. Yemegin sonunda asci'nin Avustralya'da egitim almis bir Irlandali oldugunu ve Fransiz mutfagindan esinlendigini ogrendik. 





Rotorua'da doga, kultur ve romantizm dolu gecen tatilimizin sonu... Hoşçakalın...