Monday 17 October 2016

Doruk icin aktivitelerle, bizim icin hastaliklarla dolu bir haftanin ardindan

Evet, bu hafta Ozii ve ben sirasiyla hasta olduk. Iyiki de sirayla hasta olduk, ki Doruk hicbir aktivitesinden geri kalmadi. Bloga baslamadan once sunu soylemem gerekiyor. Bu hafta blogu ingilizce karakterlerle yazmaya karar verdim. Ingilizve klavye ile Turkce metin yazmayi maalesef basaramadim :( Yakinda bu sorunum sevgili dostum Gurhan tarafindan cozulecek gibi duruyor :) Gelelim bloga,

Haftaya cok guzel bir baslangic yapmistik. Pazartesi yazin habercisi bir hava vardi. Ne o ilkbaharin meshur ruzgari, ne de yagmur. Gunes piril pirildi. Doruk da havayi koklamis olacak ki, 9.30'a kadar onu evde zor tuttum. Sonra dogru'dan bize 10 dakika mesafedeki parka. Adi Esplanade, ne kadar buyuk oldugunu anlatamam bile, iceride bir yerden bir yere ya guzel, uzun bir yururyus yaparak ulasmak ya da araba ile gitmek gerekiyor. Biz araba ile gidip arabayi parkin ortasindaki Cafe'ye park ettik. Once yakinlardaki ordekli golete gittik. Bizim gibi havayi guzel goren bircok cocuklu anne baba da oradaydi ve ordeklere ekmek atiyorlardi. Biz de onlar sayesinde ekmekleri kapisan ordekleri izleyebildik, hatta Doruk izlemekle kalmadi, cimlerde dolasan ordekleri kovaladi. Beni taniyanlar bilir, her turlu hayvandan korkarim. O nedenle Doruk'u ordekleri kovalama konusunda nasil kontrol edecegimi bilmiyordum. Neyse ki Doruk cok yaklasinca ordekler kacmaya basladilar, bana da cok mudahele edecek durum olmadi. Doruk ordeklerin pesinden, ben Doruk'un pesinden kosturup durduk cimlerde. Tabii Doruk'u goletten uzak tuttmak da ayri bir is. Biraksam girecek suya.
Orada isimiz bitince, Doruk'u yonlendirmeksizin, Doruk cafe'ye dogru kosmaya basladi. Hatta gecen hafta girdigimiz arka kapiyi hatirlamis olacak ki dogrudan oraya kostu. Iceri girdigimizde yemek kabinini isaret edip, dogru mama sandalyelerinin durdugu yere kostu. Evet, daha konusamiyor ama konusmaksizin bir iletisim bu kadar mi guzel kurulur onu gosteriyor bize. Akliniza gelebilir belki ama siz yazmadan ben yazayim, onun kurdugu her iletisimi anlasam da ona konusarak cevap veriyorum. Yemekleri gosterdigi zaman, once yemek diyor, sonra "aciktin mi, yemek mi istiyorsun?" diye cumlemi tamamliyorum. Erkek cocuklari gec konusur, hele ki iki dilli buyuyen cocuk iyice gec konusur diyorlar. Saniyorum ki endise edecek birsey yok ama yine de ilk anlamli kelimelerini duymak icin sabirsizlaniyorum. Ha hic birsey demiyor da degil, kopek gorunce bilincli "hav hav" diyor. "bebbbeee" diye babasina sesleniyor. Agzimdan bir kelime cikinca bazen ilk hecesini anlik o da cikariyor. Cabaliyor anlayacaginiz. Neyse, yemek olarak bizdeki pogaca, buradaki adi ile scon siparis ettik Doruk beye, ben de " large flat white single shot" (buyuk boy tek olcek "flat white" - bunu ceviremiyorum cunku kahvenin adi bu) kahvemi soyledim. Gunesin keyfini cikarmak icin bahceye oturduk. Scon gelir gelmez Doruk buyuk bir istahla yedi. Yemek biter bitmez, dogru oyun parkina. Orada bizi iki arkadasimiz bekliyordu. Evet evet bizi :) iki anne ve tam Dorukla yasit iki arkadas - Minoo ve Jordan. Doruk onceden sadece salincaga binmek isterdi ama bu aralar kaydirakli, tirmanmali, tuplu muplu oyun kompleksleri var ya, onlara da cok merak saldi. Oyun parkinda gecen zamanin yarisinda sallandiysa diger yarisinda da o alanda oynadi. Normalde saat 11 de ogle yemegi yer, ama saat 11 olmasina ragmen onu parktan alamadim. Eve geldigimizde sanirim 11.30 du ve apar topar bir kofte isittim. Onu da pek yemedi, artik scon onu nasil doyurduysa. 11.50 de sutunu icti ve her zamanki saati olan 12.20'de uyumustu. Doruk son bir aydir gun icinde artik sadece bir kere uyuyor ve o uyku da blok 2 saat suruyor. Iki bucuk civari uyandiginda ise onu bir surpriz bekliyordu. Asli ablasi bizi ziyarete gelmisti. Doruk uyandiginda evde birilerini gorurse cok mutlu oluyor. Hemencecik uyku sonrasi sutunu icti ve kendine geldiginde dogru Asli abla ile oynamaya. Asli abla ile yarim saat kadar guzel vakit gecirdikten sonra dogruca babayi almaya ve bu sefer de baba ile parkin keyfini cikarmaya gittik. Baba ile Doruk kostururken ben de fotograf makinem ile guzel karaler yakalamaya calistim. Bu gunun ozeti kareleri hemen suraya ilistirecegim,

Parktaki cafe'de Doruk scon yerken.
Oyun parkinda degmeyin Doruk'un keyfine.
Arada durup dusundugu de oluyor tabii simdi nereye kossam diye :)



Babamiz ve yeni saclari

Gelelim Sali gunune. Bugunku aktivitemiz ise muzik grubuydu - Move to Music. Bu seans onumuzdeki 10 hafta surecek olan seanslarin ilki olacakti ve bu bizim Doruk ile katildigimiz ucuncu ve son seviyeydi. Doruk daha oturmayi bile bilmezken baslamistik ilk seviye seanslarina katilmaya. Sonra emeklemeye gecince emekleme grubuna devam ettik. Simdi ise ayaklandi ve yuruyenler grubundayiz. Bu grup artik son, ama en az uc yasina kadar da gidebilecegimiz bir grup. Doruk emekleme grubundayken bu aktiviteden rahatsiz olmaya baslamisti ve ben de onun bu rahatsizligina saygi duyarak parasini odemis olmamam ragmen aktiviteye katilmayi durdurmustum. O nedenle bu yeni gruptaki tepkisini oldukca merak ediyordum. Guzel bir baslangic yapti ve neredeyse cok mizildamadan seansi tamamladik. Cok fotograf cekemedim ama en sevdigi bolumlerden biri olan boloncuklarla oynadigi kareyi de hemen suraya koyup devam ediyorum.

Doruk bey saclarini bu ara toplatmadigi icin pek taniyamayabilirsiniz. O nedenle yazayim sari ustlu olan.
Sali gunu ogleden sonra bana bir halsizliktir coktu. Sirtim agrimaya basladi. Tuh dedim tam da iyi giderken nereden cikti bu agri. Sonra hatirladim, dun aksam Doruk uyuduktan sonra Ozii ile evde spor yapmistik. Spor bitince once dusa sen gir demistim Ozii'ye, herhalde onu beklerken ter uzerimde sogudu ve o nedenle agriyor dedim. Cok da onemsemedim. Aksam gecen hafta yazdigim "active toddler" egitiminin ikinci seansina gidecektim. Ozii de o aksam ustu arkadaslari ile is cikisi bira icmeye gitmisti. Ozii biraz gec geldigi icin Doruk da biraz gec yatti. Ben ancak Ozii Doruk'u yatirmak icin odasina girdikleri sirada evden cikabildim. Iyice halsizlesmistim ama egitimi de kacirmak istemiyordum. Egitim cok verimli gecmedi tahmin edeceginiz gibi. Yine gecen hafta bahsettigim buradaki yakin arkadasim Eli de hastaydi. Elimizde bitki caylari ile tamamladik egitimi. Ama yine cok guzel seyler ogrendim; kucuk cocuk davranislarini nasil anlamali ve yonetmeli konulari ile ilgili. Ozellikle kucuk bir cocugun beyin yapisinin elle anlatildigi bir model vardi. En cok aklimda kalan ve Doruk'a uygulayacagim sey de o. Isteyenler videosuna youtube'dan bakabilirler. Ben asagiya linkini koyuyor olacagim. Bir de kucuk cocugun agzindan yazilmis bir sayfa yazi verdiler. Ben o yaziyi taa hamilelik doneminde okumustum ve o yazi benim annelik cizgimi sekillendirmisti diyebilirim. Bu egitimde de yine karsima ciktigi icin onu da sizlerle asagida paylasacagim. Egitimde genel olarak 2 yas krizi denilen o krizler neden olur, neler yapmaliyiz gibi seylerin uzerinden orneklerle konustuk. Asagiya verdikleri brosurlerin de kapak fotograflarini koyacagim ki, ilginizi ceken birsey olursa onunla ilgili ayri bir blog yazar ya da size icindekilerin fotografini cekip gonderebilirim.





Egitimden cikip da eve geldigimde halsizlikten oluyordum. Dogruca yataga. Ozii ile birbirimizi gorup de gunu degerlendirememistik bile. O kadar halsizligime ragmen uyuyamadim butun gece. Cok tikaliydi burnum, agrilarim vardi. Sabah iyice kotulestim. Hatta agrilari yumusatmak icin inliyordum. Butun gun yataktan cikamadim. Neyse ki Doruk o gun krese gidecekti ki ne benim ne de Ozii'nin ilgilenmesi gerekmeyecekti. Ozii Doruk'u besledi, beslenme cantasini hazirladi ve krese goturdu. Cok merak ediyordum, bensiz gitmesinde problem olacak mi diye ama o kadar mutlu gitti ki benim de icime bir rahatlama coktu. Tabii sadece icime, o kadar kotuydum ki, herhalde uzun sure toparlayamayacagim sandim. Ozii Doruk'u birakip benimle ilgilenmek icin eve geri geldi. Iyi ki de geldi. Odadan cikacak, agzimi acacak halim yoktu. Hicbirsey yiyemeden butun gun uyudum. O gunle ilgili cok da fazla detay veremeyecegim, cunku sadece yattim. Ogleden sonra belki bir kalktiysam sadece Doruk gelince onu kucaklamak icin kalkmisimdir. Persembe gunu de hastaligim devam ediyordu. O gece, otrivin kullanarak, en azindan burnum acik oldugu icin daha rahat gecmisti. Biraz uyuyunca vucudum biraz daha toparlamisti. Ama hala asiri halsizlik, agrilar, usume titreme devam ediyordu. Bu boyle olmaz dedim. Bir ay icinde ucuncu kez de hasta oldugum icin hemen doktordan randevu aldim. Doktora ogleden sonra tam Doruk'u almadan once gittik. Doktor oyle bir tani koydu ki orada egilip eteklerini opesim geldi. Meger bir ayda ucuncu kez hasta olmamin nedeni o masum olmadigini bildigim ama kendimce kontrollu kullandigim otrivinmis. Ben burnum tikandikca aralikli onu kullaniyordum ya iste viruslar acik olan burun kanallarindan ellerini kollarini sallaya sallaya giriyormus benim vucuda. Neyse ki verdigi ilaclar bir gecede etki etti de Cuma'ya harika bir baslangic yaptim. Bir gece de enerjim yerine gelmis, neredeyse kendimi super kadin gibi hissediyordum. Guzel bir Cuma sabahi gecirdikten sonra hal hatir sormak icin babamizi aradik. Bir de ne duyalim Ozii kendini iyi hissetmiyormus. Dogru onu almaya okula gittik. Iste o gun bugundur hasta benim Bey :) bu "Bey" kelimesine ne kadar gicik oldugumu yakinlarim bilir ama buraya da pek yakisti :) Ha gulerek yaziyorum cunku dunden beri daha iyi. Ikimizde antibiotik kullaniyoruz.
Gelelim enerjik Deniz'in Doruk'u icin hazirladigi aktivitelere. Bir gece onceden evde oyun hamuru hazirlamaya kalkmistik. Hatirlarsiniz belki her aksam bir aktivitemiz vardi Ozii ile ve o gunun aktivitesi de Doruk icin birseyler yapmakti. Iste bizde fistik yesili renkli oyun hamuru hazirlamistik. Sabah kalktigimda oyun hamurunun tutmadigini gordum ya, aklima baska birsey geldi. Doruk kahvaltisini bitirir bitirmez oturttum onu masasina. Al dedim sok ellerini yesil sivimsi hamurumsu seye :) sekil veremedik belki ama cocuklar gibi sendik. Aktivite sadece bes dakika surdu, neden mi? o kadar heyecanliydim ki yere birsey sermeyi unutmusum. Doruk sagolsun, o da o kadar begendi ki sacina basina, haliya her yere surmeye karar verdi o hamurumsuyu. Iste size oyunun ilk dakikasindan bir kare;

Oyunun sonunda tum masa fistik yesiliydi. Sadece Doruk mu yapti dersiniz. Ondan cok ben oynadim ben :)
Oyun bitip de masayi temizledigimde Doruk yine masasinda oynamaya devam etti. Bazen legolari ile oynadi, bazen kitap okudu ama kosesini cok sevmis olacak ki orada epey vakit gecirdi. Tabii daha kendi cabaladigi halde tam cikamayinca Deniz surekli Doruk'u indir bindir yapti.



O gunku yeni kesfimiz ise calisma odasindaki kalemlik ve kagidi karalama aktivitesi. Ben Doruk'un kalem tutma ve cizme konusunda bu kadar ilerledigini fark etmemisim. Kres sagolsun. Sanirim ilk masaya oturduktan sonra o gun bes kere daha oturdu. Ben de video cekme firsati buldum. Ilk defa video ekliyorum, umarim sorunsuz calisir.



O gunku son aktivitemiz de pirincleri kaptan kapa bosaltma. Ne zamandir aklimdaydi bu aktivite, yine o gun kendimi iyi hissetmenin verdigi gaz ile hemen kurdum duzenegi. Iste yine videosu.




Bu Cuma gunku aktivite, asagidaki de bir sonraki gunden. Duzenegi aynen katlayip koydum ki bir sonraki gun rahat oldu. Hem de pirincler heba olmadi. Hatta hala oyuna hazir sekilde kenarda duruyor.

Gunun son aktivitesi dedim ya bir de gun boyu kirmizi tahta atina bindi. Bu tahta ati instagramda da yazmistim, cok severek almistim ama bir suredir sadece dekor olarak duruyordu. Nihayet bu hafta aktif olarak kullanmaya basladi, Darisi bisikletin basina :) Iste tahta at videosu.


Cumartesi gunu de kendimi yine cok iyi hissediyordum. O gun Doruk'un yine onumuzdeki 10 hafta surecek yuzme kursunun ilk gunuydu. Inanilmaz bir histi daha 16 aylik ama yuzme kursuna gidecekti. Yuzme kursu 10.35teydi ama Doruk'u yine 9.45'e kadar evde zor tuttum. Sonra dogru havuza. Yarim saat kucukler havuzunda takildik. O kadar eglendi ki size anlatamam. Ozii hala hasta ve evde oldugu icin bize katilamadi, o nedenle fotograf cekemedim ama detaylari ile birlikte bu kisma haftaya daha fazla yer vermeyi dusunuyorum.

Doruk icin yogun, bizim icin hastaliklarla dolu haftanin blogu bu kadar. Haftaya gorusmek uzere...


Sunday 9 October 2016

Yeni Hayat Yeni Kararlar

Gün geçmiyor ki yeni hayatımıza yeni kararlar alarak devam etmeyelim. Yeni hayatımız, yani bundan sonra belki 20 sene daha yeni olacak olan bebekli/çocuklu hayatımız. Meğer ben hiç düşünmemişim bu hayatın ne kadar süre yeni kalacağını. Belki diyordum Doruk iki üç yaşına gelince, yeni hayat artık alıştığımız sıradan bir hayat haline gelir, ama şimdi düşünüyorum da nasıl öyle olsun? Doruk'un her yaşı ayrı bir deneyim katacak bizim hayatımıza. Hiç bir yeni yaş, eskisine benzemeyecek. Ayrı gereksinimleri, ayrı rutinleri olacak. Biz bu süreçte sürekli olarak yeni hayatımıza adapte olmaya, sürekli yeni kararlar almaya, eski kararları güncellemeye, düşe kalka yolumuzu bulmaya çalışacağız. İşte bu dönem yeni hayatıma eski alışkanlığımı, blog yazmayı adapte etmeye çalıştığım bir dönem. Haliyle yeni kararlar almam, belli bir program yapmam gerekiyor. İşte bu haftanın ilk kararı, bloğumu Pazar günleri yazacağım. Neden mi? Çünkü bloğun içeriğine dair de birşeyler düşündüm. Blogda yazdığım haftaya dair aldığımız kararlara, ilginç olaylara, sıradan ama bizim için önemli olaylara değinmeye çalışacağım. İşte başlıyorum...

Bu hafta, haftaya eğitimle başladım. Eğitimin adı "Active Toddler", yani aktif çocuk. Buradaki "toddler" tanımı bir yaş ile dört yaş arasındaki dönemi kapsıyor. Eğitim haftada iki saat olmak üzere üç hafta sürecek. İlk hafta genel olarak tanımlamalar ve beklentiler üzerine konuşma ile geçti. İkinci hafta bu dönemdeki çocukların davranışları ve onlara nasıl yaklaşmamız ile ilgili olacak. Son hafta ise tuvalet eğitimi ile ilgili bilgi alacağız. Eğitime Eli adlı İran'lı bir arkadaşımla katılıyorum ve biz dahil toplam beş kişi eğitim alıyoruz. Sayının az olması bu tarz eğitimlerde çok büyük avantaj. Katılımcı sayısı az olunca istediğimiz soruyu rahatlıkla sorabiliyoruz ve eğitim içeriği dışında sorumuz olursa, genelde o konulara da yer verecek zaman yaratılabiliyor. Ben yeme alışkanlıkları ile ilgili soru sordum ve ikinci hafta bu konuyu da konuşacağız. Bu haftadan aklımda kalan en çarpıcı konu ise "circle of security" yani birebir çevirisi ile güvenlik çemberi, benim anladığım çevirisi ile ise güvende hissetme çemberi. Bebeğimiz, ya da küçük çocuğumuz diyelim bir yaşını geçip de emeklemeye yürümeye başladığı zaman dünya onun oyun alanı olacak. Her yeri, her nesneyi incelemek isteyecek. Birçok şeye gücü yetmeyecek, birçok onun için tehlikeli olabilecek nesneyi ayırt edemeyecek. İşte ufaklığın dünyayı deneyimlemesinde ona sağlayacağımız bu güvenlik çemberi çok önemli. Öncelikle onu keşif konusunda desteklemeliyiz. Keşfi sırasında onu gözlemlemeli, ona gerektiğinde yardımcı olmalı ve hatta ona eşlik etmeliyiz. Son olarak da keşfi sırasında bize ihtiyaç duyduğunda ona ellerimizi uzatmalı ve onun yanında olduğumuzu hissettirmeliyiz. Onun için her zaman daha büyük, daha güçlü, daha zeki ve daha nazik olmalıyız. İşte bu özelliklerden bir ya da birkaçı ebeveynde ya da ufaklığa o an bakan kişide bulunmuyorsa, ufaklık kendini güvende hissedemez. Örneğin; evet anne baba olarak her zaman ondan büyük (fiziki büyüklük), daha güçlü ve daha zekiyiz. Ama eğer ona bize ihtiyaç duyduğunda nazik davranmıyorsak, onu umursamaz, ihtiyacını dikkate almaz davranıyorsak, ufaklık bir sonraki keşiflerinde ihtiyaç duyduğunda bize geri dönmeyecek ve onun güvenlik çemberi tamamlanamadığı için kendini güvensiz hissedecek. Bu konu beni gerçekten çok etkiledi. Bir çocuğun o güven çemberi içinde hayatı keşfetmesi ne kadar önemli diye düşündüm. Bu nedenle küçük çocukluk döneminde ufaklığın zamanını anne babası dışında kimlerle geçirdiği, anne babanın veya o anki sorumlu kişinin psikolojisinin ne kadar düzgün olduğu çok önemli. Eğitim notlarını ilgilenenler için aşağıya kopyalayacağım. 

Gelelim kreş konusuna. Bu hafta Doruk kreşte dördüncü haftasını tamamladı. Bizi Facebook veya IG'den takip edenler belki görmüştür. Kreşteki ilk günümüz çok güzel geçmişti. Doruk, ne biz onu bırakırken ağlamış ne de biz onu almaya gittiğimizde ağlamıştı. Tabii diğer günler bu kadar olumlu geçmedi. Daha ikinci günden ağlamalar ve kreşte uyumama durumları başladı. Kreşte uyuyamayınca bu gece uykularını etkiledi. Biz bu süreçte acaba doğru mu yaptık kreşe vermekle diye sorgulayıp durduk. Neden vermeye karar vermiştik, sonuçta ben tam zamalı anne olarak çalışıyordum ve işimden bunun için istifa etmiştim? Çünkü tam zamanlı çalışan annelerin de bir molaya ihtiyacı vardı. Ne de olsa Doruk'u bırakacağımız bir anneanne bir babaanne yoktu. Anne biraz nefes alacak ki bu sayede baba da nefes alacaktı. Böylece bu yukarıdaki güvenlik çemberinin "nazik davranma" kısmı biz ebeveynleri için daha kolaylaşacaktı. Evet birinci denen buydu tabii ama bunun yanında Doruk'un sosyalleşmesi, yeni aktiviteler yapması, biraz İngilizce kulak dolgunluğu edinmesi gibi yan faydaları da vardı. İşin ağlama kısmını henüz çözümleyemedik. Hala bizden ayrılırken ağlıyor ama bu ağlama yarım dakika kadar sürüyor. Hocası ona hemen bir kitap gösteriyor ve hemen ağlama kesiliyor. O nedenle bu duruma pek takılmamaya çalışıyoruz ve birkaç hafta sonra ağlamaların kesileceğini düşünüyoruz. Uyku ise ayrı bir konu. Kreşte uyku odaları var ve Doruk ilk haftalarda kesinlikle o odalarda uyumak istememiş. Doruk'a yer yatağı yapıp onu oyun alanında uyutmuşlar. Geçen hafta ve bu hafta birer gün uyku odasında uyudu ama en son yine uyumak istememiş. Gerçi nerede uyuduğundan çok ne kadar uyuduğu önemli ki işte bu biraz zorluyor. Evde net iki saat uyuyan Doruk Bey, orada en fazla bir saat uyuyor. Tabii bu uyku ona yetmediği için akşama kadar çok yoruluyor ve akşam aşırı yorulmuş olduğu için uykuya geçmede çok zorlanıyor ve gece ağlayarak uyanıyor. Söylemeyi unuttum, Doruk kreşe sadece iki gün gidiyor ve bu durum sadece o iki geceyi ve hatta sadece ilk geceyi çok etkiliyor. O nedenle bu konu üzerinde de çok durmamaya çalışıyoruz. Biz Doruk'u 15 aylıkken gönderdik kreşe ama burada aslında kreşler üç aylıktan başlıyor. Minik minik bebekler oluyor etrafta. Genel olarak bir hocaya da maksimum üç dört bebek düşüyor. Güne şarkı söyleyerek başlıyorlar. Sonra sabah atıştırmalıklarını yeyip doğru dışarı. Hava soğuk da olsa eğer yağış yoksa mutlaka dışarı çıkıyorlar. Sırasıyla öğle yemeği, uyku zamanı, öğleden sonra atıştırmalığı diye devam ediyor gün. Aktivite olarak kumla oynuyorlar, boya yapıyorlar, hamur ile oynuyorlar. Eve geldiğinde genelde üstü boya içinde oluyor ama nasıl güzel boyalar kullanıyorlarsa yıkanınca hepsi geçiyor. Hamur oyunu için kendi hazırladıkları hamuru oynatıyorlar. Bir de kreşte Doruk'un önceden tanıdığı iki arkadaşı var; Melis ve Ava. Özellikle Ava'nın yaşı yakın olduğu için ve kreş dışında da daha sık vakit geçirdikleri için, kreşte de zamanını onunla geçiriyormuş. Hatta hocaları birlikte gülüştüklerini söylüyorlar. 15 aylık bir ufaklığın arkadaşı ile kıkırdaşması inanın çok keyifli. Kreşle ilgili bu haftanın en büyük gelişmesi ise bu hafta ilk defa Doruk hocasını başka çocuktan kıskandı. Bu da bize hocası ile bağ kurmaya başladığını göstermiş oldu. Sanırım kreş ile ilgili anlatacaklarım şimdilik bu kadar.

Doruk kreşteyken ben de bu hafta yeni doğan fotoğrafçılığı için kolları sıvadım. Evde oyuncak bebek ile deneyim çekimleri yaptım. İlk gün önce gerekli dekor malzemelerini aldım, ikinci gün ise belli pozlar üzerinde çalıştım. Bu dönem benim kendime portfolyo hazırladığım dönem olacak diye umuyorum. Hatta bu hafta bir aile dış çekimi ve bir yeni doğan çekimi için sözleşmiştim ama hava kötü olunca  dış çekim iptal oldu, bebeğin de reflüsü çıkmış o nedenle o çekim de iptal oldu. Aşağıda evdeki deneme çekimimden bir kareyi görebilirsiniz.

Haftanın diğer ve son kararı ise yarın, yani yeni haftanın Pazartesinde evde spora başlıyor olmamız. Planımız Doruk'u uyutup, akşam 7-7.15 gibi ekran karşısına geçip, 25 dakikalık programı yapma. Sonra duş ve günlük daha önce belirlediğimiz aktivitelerimizi yapmak. Bunları da buraya yazayım ki geriye dönüp baktığımda neler yapıyormuşuz görebileyim. Son birkaç haftadır akşamlarımızı şöyle değerlendiriyoruz; pazartesi dizi gecesi (şu ara House of Cards'ı izliyoruz), salı kitap okuma, çarşamba film gecesi, perşembe Doruk ile ilgili birşeyler yapıyoruz (fotoğraflarını düzenleme, ona kart yazma, deftere ilklerini yazma vb.), cuma alkol ve muhabbet, cumartesi yine film gecesi, pazar ise bu hafta itibari ile benim blog yazma, Ozii'nin ise plan yapma gecesi. Ha mesela bu gece Ozii planını önceden yapmış olmanın rahatlığı ile televizyonda bir komedyenin şovunu izledi.

Bol rüzgarlı, yağmurlu ve mevsime göre soğuk bir haftayı az aktivite ile geri de bıraktık. Haftaya görüşmek üzere...


Bu haftanın Doruk kareleri ve aktiviteleri

Pazartesi günkü aktivitemiz - müzenin çocuklar için hazırlanmış bölümü. Çocuklar hayatın değişik alanlarını keşfetsinler diye düzenlenmiş. Örneğin bu fotoğrafta Doruk mutfakta. Yan odada ise inşaat alanı var, çocuklar kafalarına kask takıp, vinç gibi düzeneklerle tuğla görünümlü köpükleri taşıyorlar. 

Salı günü evden bir kare
Cuma günü AVM günü
Haftasonu evde temizlik
Doruk bu ara nereye gitsek elinde Nici'si ile geliyor. Biz Nici'yi uyku arkadaşı olarak düşünmüş ve sekiz aylıktan itibaren yatağına koymuştuk. Şimdi hem uyku arkadaşı hem de gündüz elinden düşürmediği oyuncağı oldu. Bu fotoğraf ise Salı günkü aktivite olan kütüphane ziyaretinden. İlk defa kütüphaneyi ziyaret ettik ve Doruk'un kitaplara olan aşkı ve hepsine bakma isteği yüzünden ziyaretimizi 15 dk ile sınırlı tuttuk. Kütüphanede Doruk'u fotoğraflamak mümkün olmadığı için elimde ancak bu fotoğraf var. Arka fonda da şehri kaplayan Cherry 
Blossomlar

Doruk'un kreş defteri



Ve Çöp burada bir mesele

Çöp deyip geçmeyin, öyle hergün atamazsınız. Torbası özeldir ve çok para verirsiniz bu torba için. Madem bu kadar para verdim, ağzına kadar doldurayım dediniz mi fotoğraftaki uyarıyı yersiniz. Uyarı yemek neyse de bu çöpü atmak için bir hafta daha beklemek asıl mesele. Adamlar çöpü ağır diye almamışlar!!!

Yeni Doğan Fotoğrafçılığı Deneme Çekimi



Active Toddler - Eğitim notları







Tuesday 4 October 2016

Uzun bir aradan sonra tekrar merhaba

Nereden başlamalı diye birkaç haftadır düşünüyorum. Günlerce yeni bir isim aradım eski bloğum için. Buldum mu? Bulamadım. Gerek var mı? Belki de yok. Günlerce dizaynı üzerinde çalıştım. Evet biraz şekil şemal takıntılı olduğum doğru. Bir türlü Blogger'ın sunduğu seçenekleri beğenmedim. Sonuç düz beyaz zemin üzerine siyah karakterler. Bir özelliği yok belki ama en azından kullanımı kolay. Ve son olarak günlerce kullandığım İngilizce klavyeyi değiştirmek için çözümler aradım. Acaba Türkiye'den mi getirtmeliydim, yoksa mevcut klavyenin üzerine küçük kağıtlarla Türkçe karakterleri mi yapıştırmalıydım. Ben tüm bunları düşüne durayım, bir kere niyet ettim ya bloğa başlamaya, aklımda yazmak istediğim konular birikti de birikti. Sonunda bugün aldım kağıt kalemi elime, yok yok bilgisayar yerine kağıda yazmaya karar vermedim, kaptım bir de makas, başladım klavye üzerine Türkçe karakterleri yapıştırmaya. Ve işte artık başladım yazmaya. İnsanlık için küçük, 16 aylık bebekli bir anne için büyük bir adım diyebiliriz.

En son ne yazmışım diye şöyle bir baktım. En son hamileliğimin üçüncü ayında gittiğim Sydney gezimden bahsetmişim ve o dönem ziyaretimize Yeni Zelanda'ya gelen biricik dostumuz Eda'nın otobüs macerasını bir sonraki blogda anlatacağımı söylemişim. Aradan iki yıl geçmiş olmasına rağmen sözümü tutmaya ve bu macerayı sizlerle paylaşmaya karar verdim.

Eda'nın Yeni Zelanda ziyareti önceden belirlenmişti ve bu seyahati iple çekiyorduk. Sonra işler bir türlü istediğimiz gibi gitmedi. Plan yapamadık doğru düzgün. O sırada ben hamile kaldım, Yeni Zelanda vizesi çok gecikti, bizim aynı dönem Sydney'e gitme ihtimalimiz doğdu, Eda da Sydney'e gelmeye karar verdi vs... derken Avustralya planı tamamdı ama Yeni Zelanda üzerine pek konuşmamıştık. Biz Sydney sonrası eve döndük, Eda Avustralya'da gezmeye devam etti. Yeni Zelanda'ya gelmesine birkaç gün kala ise Auckland'dan yaşadığımız şehir olan Palmerston North'a nasıl geleceği üzerine konuşmaya başladık. Uçak biletleri son anda çok pahalı olduğu için otobüsle gelmeye karar verdi. İstanbul İzmir gibi bir mesafe düşünebilirsiniz. Birkaç tane otobüs firması bulduk internetten. Biz Yeni Zelanda'da hiç otobüsle seyahat etmediğimiz için hiç bir fikrimiz yoktu bu tarz bir yolculukla ilgili ama en nihayetinde gelişmiş ülke, nasıl olabilirdi ki? İki popüler otobüs firması varmış; Intercity ve Nakedbus (büyük ihtimalle sade otobüs gibi bir anlamı var ama ben çıplak otobüs olarak düşünüyorum çevirisini). Saati daha uygun olduğu için Nakedbus'ı tercih etti. Tam uygun saatte olan otobüsün bir de yataklı olduğu yazıyordu. Vay be dedik, ne güzel yata yata gelirsin. Bir süre yazıştıktan sonra otobüs biletini aldı ve üzerine bir daha konuşmadık. Taa ki bizi Auckland havaalanından arayıp, otobüs buradan geçmiyormuş, Manukau diye bir yere gitmem gerekiyormuş diyene kadar. Biz o gün bir arkadaşlardayız. Manukau neresi bilmeyiz. Akşamın bir vakti, Yeni Zelanda'ya ayak basar basmaz yaşadığı ve yaşadığımız stresi düşünün. Oraya nasıl gidecek, otobüs nereden kalkar, zaman kısıtı var, kaç dakikada gider, Yeni Zelanda doları alacak daha vs vs...Bir bir tüm sorunların üstesinden geldi ve Manuka'u ya giden otobüse bindi. Tek sorun otobüs zamanına çok yakın bir zamanda orada olacak olmasıydı. Yani hala otobüsü kaçırma riski vardı. Neyse ki zamanında gitti ve beklemeye başladı. Önce yanlış yerde indiğini düşündük, çünkü etrafta ne bir yazıhane ne de bekleyen başka insanlar vardı. Hatta anlattığına göre, etrafta açık herhangi bir cafe, dükkan vs olmadığı gibi, in cin top oynuyordu. Sonra gelebilecek daha da korkunç şey geldi başına. Beklediği yere bir sarhoş, belki de evsiz geldi ve Eda ile konuşmaya başladı. Eda tedirgin tedirgin durumu telefonda anlattığı sırada sarhoşun sesini duyabiliyordum. Ne kadar yakına yaklaştıysa artık. Uzaklaş, birilerini bul diyoruz ya da taksiye bin ama etrafta ne bir insan ne bir taksi. Ha söylemeyi unuttum günlerden Pazar ve saat gece 10. Eda ne yapacağını bilmez haldeyken, tam havaalanına geri dönmeyi düşünürken, yanına aynı otobüse bineceklerini öğrendiği bir erkek iki kızdan oluşan bir grup geldi ve hepimiz rahat bir nefes aldık. Rahat bir nefes aldık ya, saatler ilerliyor ama ortada otobüs yok. Bu anlattığım olayın üzerine belki daha birkaç saat beklediler. Saat gece yarısına geliyordu ki otobüs geldi. Tam yine rahat bir nefes aldık ki, Eda'dan mesaj gelmeye devam ediyor. Bu bizim yataklı diye sevindiğimiz otobüs garip bir şeymiş. Evet gerçekten yataklı ama normal otobüsleri düşünün koltuklu olanları. İşte o koltuk kadar alanın yataklı olduğunu düşünün. İki kişi yatınca omuz omuza değiyor. Rahat etmek için iki kişilik almak gerekliymiş. Bir de numara yok, otobüse giriyorsun, boş yer yok, illa birinin yanına yatacaksın ama kimin. Eda da ne yapsın, tombik bir kızın yanına geçiyor. Kız bir de koridor tarafını kapmış ama telefonunun şarjı pencere tarafına uzanıyor. Eda saatlerce pencere tarafında sıkışık bir şekilde üzerinden geçen kabloyu çok oynatmamaya çalışarak geldi altı saat yolu. Tüm  detayları hatırlamıyorum ama aklımda kalan şarj kablosuna her değdiğinde kızın Eda'yı uyardığıydı. Tabii içerideki ayak kokusundan bahsetmiyorum bile. Sabah beş buçuktu otobüsü vardığında. Onu nasıl kucakladığımı size anlatamam. Bu da hayatımıza kazınan bir anıydı. Hem bu anıyı paylaşmak istedim sizlerle hem de Yeni Zelanda'ya gelip de otobüs kullanacaklar için bir not olarak dursun istedim.

İki yıl sonra sözümü yerine getirmiş olmanın huzuru ve bloğa başlamış olmamın mutluluğu ile uyuyabilirim artık.

Sevgiler...